Bir yılı daha geride bırakıyoruz.Koskoca bir yıl...2011 yılı neleri içinde barındırmadı ki...Şikesiydi, ergenekonuydu, tutuklu gazetecileriydi, şiddet olaylarıydı, arabulucusuydu...Liste uzun yazmaya bir yıl bile yetmez belkide.Hep adil bir düzeni tesis etmek için çabaladık(!).Türkiye hukuksal anlamda büyük bir imtihan verdi.Peki başarılı olabildi mi?Pek sanmıyorum...Hukuksuzluklarıyla koca bir yılı geride bırakmıştır Türkiye...
Osmanlının belli başlı dönemleri vardır; kuruluş,yükseliş,duraklama,gerileme,çöküş...Buna mukabil, hukuksal anlamda Türkiye gerileme dönemine girmiştir.
2012 yılı neleri getirecek bilinmez.Yılın son günü moral bozucu bir yeni yıl iletisi oldu belki de bu yazdığım.Ama yine de umudumuzu kaybetmeyelim.Yeri geldiğinde elbette eleştireceğiz.Bir hukukçunun vazifesi değil midir bu?Olumsuz eleştiri olduğu gibi olumlu eleştirilerde de bulunacağız tabi ki.(varsa söyleyin=) )
2012 yılı hepimize sağlık,mutluluk,başarı,adalet duygusu ve en önemlisi barışı getirsin...Saygı ve dostlukla;
Sinem Saçkan
31 Aralık 2011 Cumartesi
29 Aralık 2011 Perşembe
ANAYASA KOMEDİSİ-Melih AŞIK (29.12.2011)
Sivil toplum kuruluşları kendilerinden görüş isteyen Anayasa Komisyonu Başkanı Cemil Çiçek’e sormuşlardı:
- Acaba başımıza bir iş gelir mi?
Cemil Çiçek önceki gün de KESK’i ziyaretinde aynı soruyla karşılaştı...
KESK yöneticileri Çiçek’e şöyle dediler:
- Söylediğimiz sözlerden dolayı yarın gözaltına alınmayacağımızın garantisinin olmadığı yerde fikrimizi özgürce söylemek mümkün değil...
Sonra da eklediler:
- 8 milletvekili cezaevindeyken, 25 sendikacı 6 yıl ceza almışken nasıl anayasa tartışması yapılacak...
Ortada bir anayasa komedisi var kuşkusuz...
İnsanlar yeni anayasa ile ilgili fikir açıklamaya korkuyor...
Ve iktidar bu ortamda daha özgürlükçü anayasa yapacağını iddia ediyor.
Anayasa komisyonu kurulurken CHP, ortamı demokratikleştirici adımlar atmayı önermişti. 8 milletvekili ile 99 gazeteci hapisteyken, göndereni meçhul (veya belli) virüslü maillerle gazeteciler hapse atılırken, kim düşüncesini söylemeye cesaret edebilir?
Türkiye’yi bu ortama getirenlerin daha özgürlükçü anayasa yapacağına hangi saf inanır?
Geçen yıl yargıyı vesayetten kurtarıyoruz diye anayasa değişiklikleri yaptılar.
Tam tersine yargıyı tamamen iktidara bağladılar...
Şimdi de daha özgürlükçü anayasa sloganıyla yola çıkıyorlar...
Tam tersine tek parti ve tek lider egemenliğini pekiştiren değişiklikler yapmasınlar?
Basını zincire vurmuş, telefonları dinlemeye almış, bir pankarta tahammülü olmayanların daha özgürlükçü anayasa yapacağına kim inanır?
Mevcut anayasayı uygulamayanlar mı
daha özgürlükçüsünü yapacak?
Güldürmesinler adamı...
- Acaba başımıza bir iş gelir mi?
Cemil Çiçek önceki gün de KESK’i ziyaretinde aynı soruyla karşılaştı...
KESK yöneticileri Çiçek’e şöyle dediler:
- Söylediğimiz sözlerden dolayı yarın gözaltına alınmayacağımızın garantisinin olmadığı yerde fikrimizi özgürce söylemek mümkün değil...
Sonra da eklediler:
- 8 milletvekili cezaevindeyken, 25 sendikacı 6 yıl ceza almışken nasıl anayasa tartışması yapılacak...
Ortada bir anayasa komedisi var kuşkusuz...
İnsanlar yeni anayasa ile ilgili fikir açıklamaya korkuyor...
Ve iktidar bu ortamda daha özgürlükçü anayasa yapacağını iddia ediyor.
Anayasa komisyonu kurulurken CHP, ortamı demokratikleştirici adımlar atmayı önermişti. 8 milletvekili ile 99 gazeteci hapisteyken, göndereni meçhul (veya belli) virüslü maillerle gazeteciler hapse atılırken, kim düşüncesini söylemeye cesaret edebilir?
Türkiye’yi bu ortama getirenlerin daha özgürlükçü anayasa yapacağına hangi saf inanır?
Geçen yıl yargıyı vesayetten kurtarıyoruz diye anayasa değişiklikleri yaptılar.
Tam tersine yargıyı tamamen iktidara bağladılar...
Şimdi de daha özgürlükçü anayasa sloganıyla yola çıkıyorlar...
Tam tersine tek parti ve tek lider egemenliğini pekiştiren değişiklikler yapmasınlar?
Basını zincire vurmuş, telefonları dinlemeye almış, bir pankarta tahammülü olmayanların daha özgürlükçü anayasa yapacağına kim inanır?
Mevcut anayasayı uygulamayanlar mı
daha özgürlükçüsünü yapacak?
Güldürmesinler adamı...
Deniz Feneri davasının iddianamesi bahara doğru hazır olabilirmiş.
Ne güzel şarkıdır o: “Bu kaçıncı bahaaaar ne zaman geleceksin”...
Haldun Ertem
Ne güzel şarkıdır o: “Bu kaçıncı bahaaaar ne zaman geleceksin”...
Haldun Ertem
Kemal Kılıçdaroğlu, “Atatürk’ün kurumlarına
Atatürk karşıtlarını atıyorlar” demiş.
Sadece o kadar mı? Atatürk’ün partisine de
Atatürk karşıtlarını milletvekili yapıyorlar!
Fahrettin Fidan
Atatürk karşıtlarını atıyorlar” demiş.
Sadece o kadar mı? Atatürk’ün partisine de
Atatürk karşıtlarını milletvekili yapıyorlar!
Fahrettin Fidan
Ödül Burkay’a!
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun çok tartışılan üyesi Mümtazer Türköne’yeHabertürk’te soruluyor:
- Kurumunuzun seçeceği ‘Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’ne siz kimi layık görürdünüz?
Türköne’nin yanıtı: “Türkiye için Kemal Burkay, uluslararası alanda ise Tunus’tan Gannuşi olabilir.”
Mümtazer beyin adayları da mümtaz kişiler... Türkiye’den İsveç’e kaçan Kemal Burkay ile Tunus’tan İngiltere’ye kaçan İslamcı lider Raşid el Gannuşi... Kemal Burkay yurda döndüğünden beri her konuşmasında “Federasyon” diyor başka bir şey demiyor... Ulus devlete karşı olan birinin Atatürk ödülüne layık bulunması ilginç mi ilginç...
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun çok tartışılan üyesi Mümtazer Türköne’yeHabertürk’te soruluyor:
- Kurumunuzun seçeceği ‘Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’ne siz kimi layık görürdünüz?
Türköne’nin yanıtı: “Türkiye için Kemal Burkay, uluslararası alanda ise Tunus’tan Gannuşi olabilir.”
Mümtazer beyin adayları da mümtaz kişiler... Türkiye’den İsveç’e kaçan Kemal Burkay ile Tunus’tan İngiltere’ye kaçan İslamcı lider Raşid el Gannuşi... Kemal Burkay yurda döndüğünden beri her konuşmasında “Federasyon” diyor başka bir şey demiyor... Ulus devlete karşı olan birinin Atatürk ödülüne layık bulunması ilginç mi ilginç...
Özerklik yetmez...
Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana baklayı ağzından çıkarmış:
“Başta özerklik istedik ama bugün Kürtler özerkliğin yetersiz olduğunu düşünüyor...”
Peki PKK ne istiyor?
Onu da Taraf’ta Ahmet Altan’ın 3 Kasım 2011 tarihli yazısında görmek mümkün:
“Murat Karayılan son açıklamasında PKK’nın silah bırakmasını ‘kendilerine yönetecek bir toprak verilmesine’ bağladığına göre, o toprak verilmedikçe PKK da silah bırakmayacak, silahlar susmayacak...”
PKK açılımın da verdiği cesaretle açıldıkça açılıyor... On beş yıl önce “Kültürel haklarımızı istiyoruz başka talelebimiz yok” diyenler, “Bağımsızlık mı, katiyen öyle bir şey istemiyoruz” diyenler şimdi ‘ayrı toprak ayrı devlet’ noktasına gelmiş bulunuyor...
Yakında sıra sınırların nereden geçeceği tartışmasına gelecektir...
* * *
Birkaç aydır silahlı kuvvetler PKK’ya ağır darbeler vuruyor.
Hava kuvvetlerinin eliyle koymuş gibi bulduğu ve yok ettiği mevziler genellikle sınırlarınmız içindedir.
Bu noktalar biliniyor ama müzakerelerin yürümesi hatırına göz yumuluyordu, izlenimi ağır basıyor...
Ya arada şehit olan gencecik insanlarımız... Onların hesabını kim verecek?
Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana baklayı ağzından çıkarmış:
“Başta özerklik istedik ama bugün Kürtler özerkliğin yetersiz olduğunu düşünüyor...”
Peki PKK ne istiyor?
Onu da Taraf’ta Ahmet Altan’ın 3 Kasım 2011 tarihli yazısında görmek mümkün:
“Murat Karayılan son açıklamasında PKK’nın silah bırakmasını ‘kendilerine yönetecek bir toprak verilmesine’ bağladığına göre, o toprak verilmedikçe PKK da silah bırakmayacak, silahlar susmayacak...”
PKK açılımın da verdiği cesaretle açıldıkça açılıyor... On beş yıl önce “Kültürel haklarımızı istiyoruz başka talelebimiz yok” diyenler, “Bağımsızlık mı, katiyen öyle bir şey istemiyoruz” diyenler şimdi ‘ayrı toprak ayrı devlet’ noktasına gelmiş bulunuyor...
Yakında sıra sınırların nereden geçeceği tartışmasına gelecektir...
* * *
Birkaç aydır silahlı kuvvetler PKK’ya ağır darbeler vuruyor.
Hava kuvvetlerinin eliyle koymuş gibi bulduğu ve yok ettiği mevziler genellikle sınırlarınmız içindedir.
Bu noktalar biliniyor ama müzakerelerin yürümesi hatırına göz yumuluyordu, izlenimi ağır basıyor...
Ya arada şehit olan gencecik insanlarımız... Onların hesabını kim verecek?
Asgari ücret “açlık sınırının” altında kalmış.
Ha gayret!
Biraz daha düşürülürse “susuzluk sınırının” altında kalacak...
Gülhan Elmas
Ha gayret!
Biraz daha düşürülürse “susuzluk sınırının” altında kalacak...
Gülhan Elmas
Sözün bittiği yer!
“Sözün bittiği yer” lafına cuk oturan olayı dün Sabah gazetesinde okuduk:
“İstanbul Özel Yetkili Savcısı Muammer Akkaş, eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay,Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit hakkında Ergenekon ve Balyoz davasından tutuklu ziyareti ile ilgili soruşturma başlattı. Gerekçe: Terör örgütüne yardım ve yataklık ile görevi kötüye kullanma...”
Bknz: http://gundem.milliyet.com.tr/anayasa-komedisi/gundem/gundemyazardetay/29.12.2011/1481660/default.htm
“Sözün bittiği yer” lafına cuk oturan olayı dün Sabah gazetesinde okuduk:
“İstanbul Özel Yetkili Savcısı Muammer Akkaş, eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay,Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit hakkında Ergenekon ve Balyoz davasından tutuklu ziyareti ile ilgili soruşturma başlattı. Gerekçe: Terör örgütüne yardım ve yataklık ile görevi kötüye kullanma...”
Bknz: http://gundem.milliyet.com.tr/anayasa-komedisi/gundem/gundemyazardetay/29.12.2011/1481660/default.htm
18 Aralık 2011 Pazar
Bir Yargıç Nasıl Adil Olur?
Mecelle 1792. maddesinde “Hâkim, hakîm, fehîm, müstakîm ve emîn, mekîn, metîn olmalıdır” der. Yani yargıç bilge ve bilgin, akıllı, anlayışlı, doğru, kendisine güvenilen, korkusuz, vakarlı, temkinli, metanetli, dayanıklı olmalı... 1999 yılının güzünde tamamladığım “İstanbul Barosu Çevresi Adli Yargıda Yolsuzluk Araştırması” adlı çalışmamda meslekte beş yılını doldurmuş İstanbul Barosu avukatlarından bir de, yargıçlar ve savcılarda genellikle gördükleri kişilik özelliklerini işaretlemelerini istemiştim. Yüzde yetmiş beşi yalnızca bir şık işaretlemişti. O da “vakarlı, temkinli” olduklarıydı. Bu sözcükler kibri, cüreti, ürkekliği de çağrıştırıyordu. Ayrıca yüzde doksan beşi “adli yargıda yolsuzluk vardır” derken, yüzde altmış üçü bu durumun adli yargının temel sorunlarından birisi olduğunu söylüyordu. Aynı derecede düşündürücü başka bir yargıç kusuruna daha değinmek istiyorum: Kant’ın “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt”ında sözünü ettiği ve düşüncenin özgürlüğü için önemli bir adım saydığımız “aklın özel kullanımı (Privatgebrauch der Vernunft)” ile “aklın kamusal kullanımı (öffentlicher Gebrauch der Vernunft)” ayrımına bağlılığını sürdürmesi, günümüz yargıcını ciddi bir iç çatışmaya sürüklüyor:
Aklın özel kullanımı kişinin, görevinin gereklerine koşulsuz uymasını; kamusal kullanımı onun, bu gerekleri alenen, özgürce eleştirilebilmesi gereğini dile getiriyordu. Yani buna göre yargıç isterse kamuya şöyle seslenebiliyor: “Uyguladığım bu yasanın, verdiğim bu kararın adil olmadığına inanıyorum”. Sorumluluklarını kaldırırken, kamuya sızlanmalarına izin veren bu ayrıma yargıçlar can simidine sarılır gibi sarılıyor. Ağır derecede haksız bir yasaya bile itaatle yükümlü olduklarını söyleyen bu kör içtihat, onları mazur kılıyor, vicdanlarının sızısını yatıştırıyor.
İnsanın, vicdanı karşısında bu denli uyutulmasının ne denli korkunç bir cinnet ve cinayet olduğunu düşünemeyen bir kimse olabilir mi? Uyruklarının vicdanını köle tutmak isteyen bir Leviathan’ı, “Ne istersen düşün, dilediğince düşün, ama itaat et” diyen aydınlanmış bir monark (Büyük Frederik) dahi yeterince gizleyemiyor.
Yargıç vicdanını, adalete ve hakikate doğası gereği yabancı bu gücün hizmetine severek ve korkuyla hep sunuyor. Bu ayrım sonuçta aklen ve vicdanen kendisine uygun yargıçlar yetiştiriyor.
Oysa yargıcın yasayı, hukukun evrensel değerleri ışığında denetlemek ve düzeltmek yetkisi adalet yolunda önemli bir güvencedir. Yargıcı gerçek yargıç kılacak olan şey onun, ağır biçimde haksız bulduğu bir yasayı ihmal etmek cesaretini göstermeye kendini hazır hissettiğinde ancak kürsüye çıkabilmekte hak ve güç sahibi olabileceğini bilmesidir. Adalet ve hakkaniyet yolunda yalnızca özgür ve sorumlu olduğunu bilmesidir. Silivri’deki yargıçlar gerçekten Kant’a uydukları için tutuk iseler, Sokrates gibi yapmalılar: insafsız yasaları çiğnemeliler. Aristoteles’ten, mahkeme adaletine çekidüzen veren Hakkaniyet’i bulup uygulamanın asli görevleri olduğunu öğrenmeliler. Ama yasaların lafzını bu katı pozitivist sav yardımıyla, iktidarın muhaliflerini tasfiye için kullanıyorlarsa, Nazi yargıçlarının da aynı şeyleri yaptıklarını anımsamalılar.
Hukuku bilmek ve telaffuz etmekle (iura novit curia) yetkilendirilen yegâne kurum olarak mahkemenin hukuku bilememesi (yani bir yasanın adaletsizliğini görememesi) kusurunaysa hiç değinmek istemiyorum.
Tüm günahlar insan içindir, erdemleri gibi… Biz günahlarımıza rağmen belki işimizi görebiliriz, ama yargıç onlardan arınmadan kürsüye çıkamaz. Yargıç erdem sınavlarından yüksek bir başarıyla geçmekle hükümlüdür. Her tökezlemesi onu kürsüden diplere fırlatır.
İnsan yargılamak kolay iş değildir. Aslında “iş” değildir. Ama biz bunu birilerinin işi yapmışsak, o zaman, böyle bir iştir. O yedi günahından arınıp, yedi erdemin kisvesini giyinmeden kendisine sunulan peygamber postuna oturamaz. Suçlu değil, yargıç titremeli adalet(sizlik) korkusuyla. Bundan berisi trajikomik bir tiyatrodur, soytarılıktır, cellatlıktır, kısır gerçeklik bize yargılamanın sıradan bir meslek icrası olduğunu her yönüyle ısrarla gösterse de…
Bugün ne yazık ki, kamusal gerçeklikte hemen her karine tersine dönmüş görünüyor (Cumhuriyet Bilim Teknik, 9.9.2011)
Aklın özel kullanımı kişinin, görevinin gereklerine koşulsuz uymasını; kamusal kullanımı onun, bu gerekleri alenen, özgürce eleştirilebilmesi gereğini dile getiriyordu. Yani buna göre yargıç isterse kamuya şöyle seslenebiliyor: “Uyguladığım bu yasanın, verdiğim bu kararın adil olmadığına inanıyorum”. Sorumluluklarını kaldırırken, kamuya sızlanmalarına izin veren bu ayrıma yargıçlar can simidine sarılır gibi sarılıyor. Ağır derecede haksız bir yasaya bile itaatle yükümlü olduklarını söyleyen bu kör içtihat, onları mazur kılıyor, vicdanlarının sızısını yatıştırıyor.
İnsanın, vicdanı karşısında bu denli uyutulmasının ne denli korkunç bir cinnet ve cinayet olduğunu düşünemeyen bir kimse olabilir mi? Uyruklarının vicdanını köle tutmak isteyen bir Leviathan’ı, “Ne istersen düşün, dilediğince düşün, ama itaat et” diyen aydınlanmış bir monark (Büyük Frederik) dahi yeterince gizleyemiyor.
Yargıç vicdanını, adalete ve hakikate doğası gereği yabancı bu gücün hizmetine severek ve korkuyla hep sunuyor. Bu ayrım sonuçta aklen ve vicdanen kendisine uygun yargıçlar yetiştiriyor.
Oysa yargıcın yasayı, hukukun evrensel değerleri ışığında denetlemek ve düzeltmek yetkisi adalet yolunda önemli bir güvencedir. Yargıcı gerçek yargıç kılacak olan şey onun, ağır biçimde haksız bulduğu bir yasayı ihmal etmek cesaretini göstermeye kendini hazır hissettiğinde ancak kürsüye çıkabilmekte hak ve güç sahibi olabileceğini bilmesidir. Adalet ve hakkaniyet yolunda yalnızca özgür ve sorumlu olduğunu bilmesidir. Silivri’deki yargıçlar gerçekten Kant’a uydukları için tutuk iseler, Sokrates gibi yapmalılar: insafsız yasaları çiğnemeliler. Aristoteles’ten, mahkeme adaletine çekidüzen veren Hakkaniyet’i bulup uygulamanın asli görevleri olduğunu öğrenmeliler. Ama yasaların lafzını bu katı pozitivist sav yardımıyla, iktidarın muhaliflerini tasfiye için kullanıyorlarsa, Nazi yargıçlarının da aynı şeyleri yaptıklarını anımsamalılar.
Hukuku bilmek ve telaffuz etmekle (iura novit curia) yetkilendirilen yegâne kurum olarak mahkemenin hukuku bilememesi (yani bir yasanın adaletsizliğini görememesi) kusurunaysa hiç değinmek istemiyorum.
Tüm günahlar insan içindir, erdemleri gibi… Biz günahlarımıza rağmen belki işimizi görebiliriz, ama yargıç onlardan arınmadan kürsüye çıkamaz. Yargıç erdem sınavlarından yüksek bir başarıyla geçmekle hükümlüdür. Her tökezlemesi onu kürsüden diplere fırlatır.
İnsan yargılamak kolay iş değildir. Aslında “iş” değildir. Ama biz bunu birilerinin işi yapmışsak, o zaman, böyle bir iştir. O yedi günahından arınıp, yedi erdemin kisvesini giyinmeden kendisine sunulan peygamber postuna oturamaz. Suçlu değil, yargıç titremeli adalet(sizlik) korkusuyla. Bundan berisi trajikomik bir tiyatrodur, soytarılıktır, cellatlıktır, kısır gerçeklik bize yargılamanın sıradan bir meslek icrası olduğunu her yönüyle ısrarla gösterse de…
Bugün ne yazık ki, kamusal gerçeklikte hemen her karine tersine dönmüş görünüyor (Cumhuriyet Bilim Teknik, 9.9.2011)
13 Aralık 2011 Salı
Hukukiyorum İstatistikleri...
| |||
| |||
| |||
| |||
| |||
| |||
| |||
| |||
| |||
|
Sinem Saçkan
11 Aralık 2011 Pazar
7 Aralık 2011 Çarşamba
Cübbemize, vatandaşın hakkına ve hukukuna sahip çıkıyoruz! Arabuluculuğa geçit yok!
İstanbul Barosu avukatları, Adalet Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından İstanbul’da Conrad Hotel’de düzenlenen ve üç gün sürecek “Türkiye’de Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Uygulamaları Uluslararası Çalıştay”nı ptotesto etti.
Basın açıklamasından sonra basınla birlikte toplantı salonuna giren avukatlar, toplantıya katılanlara kırmızı kart gösterdi ve salonunun çevresini dolaşarak sessiz bir protesto eylemi gerçekleştirdi.
Protesto eyleminden önce basın açıklamasını okuyan İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal, barolarımızı, meslektaşlarımızı ve kamuoyunu bu vahim gelişmeye, anılan tasarıya karşı duyarlı olmaya ve mücadele etmeye, hukuka sahip çıkmaya çağırdıklarını bildirdi.
Kocasakal, dünyanın en büyük savunma örgütü olan İstanbul Barosunun, tarihi bir görev ve sorumluluk bilinci ile arabuluculuk yasa tasarısına karşı kararlılıkla direneceğini, mücadele edeceğini, demokratik ve meşru gücünü sonuna kadar kullanacağını, mesleği, meslektaşları, vatandaşın hak ve hukukunu sonuna kadar koruyacağını söyledi.
İstanbul Barosu avukatları, 6 Aralık 2011 Salı günü saat 10.30’dan itibaren Beşiktaş Barbaros Bulvarı üzerindeki Conrad Hotel’in önünde toplanmaya başladılar. Cübbelerini giymiş olarak giderek büyüyen kalabalık ellerinde taşıdıkları pankartlarla çeşitli sloganlar atmaya başladılar. Saat 11.15’de çalıştay çay molası verdi. Bu arada İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal basın açıklamasını yaptı ve protesto eylemi hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Saat 11.30’da çalıştay çalışmalarına başladığı sırada başta İstanbul Barosu yöneticileri olmak üzere avukatlar çalıştay salonuna girdiler ve kırmızı kart göstererek protesto eylemini gerçekleştirdiler. Salonda bir tur atan avukatlar sessizce salondan ayrıldılar.
Protesto eylemine İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Durakoğlu, Genel Sekreter Av. Hüseyin Özbek, Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Av. Ufuk Özkap, Yönetim Kurulu Üyeleri Av. Füsun Dikmenli, Av. Turgay Demirci, Av.Özlem Aksungar, Av. İsmail Altay, Av. Hasan Kılıç, İstanbul Milletvekili Av. Mahmut Tanal, Eski Baro Başkanlarından Av. Kazım Kolcuoğlu ve avukatlar katıldılar.
Eylemde kullanılan bazı sloganlar şöyle: “Arabuluculuk Arabozuculuktur”, “Arabuluculuk Tekelleşme Tek-elleşmedir”, “Arabuluculuk hakkın ve adaletin, gücün, kayırmanın, keyfiliğin insafına terk edilmesidir”, “Arabuluculuk mafya ve tarikat adaletinin tavsiyesi adaletin ise tasfiyesidir”, “Arabuluculuk, hukukun gücünün, gücün hukuksuzluğuna teslimidir”, “Arabuluculuk mafya-tarikat-cemaat adaletinin egemen olmasıdır”.
Darısı Uzun Tutukluluğun Başına (7.12.2011)
FİKRET BİLA
Tutuklu milletvekilleri Mustafa Balbay’ın cezaevinde 1000 günü geride bırakması vesilesiyle, uzun tutukluluk süresi yeniden gündeme geldi. Fakat Meclis’ten hiçbir hareket olmadı.
1000 günü geçenler, cezaevinde yaşamını yitirenler, ailelerinin yaşadığı dramlar anımsatıldı, yine çıt yok.
Milli iradenin üstünlüğünden, seçilmelerin hukukundan, tutuksuz yargılama esasından dem vuruldu, dört partinin bir araya gelmesi akıllardan bile geçmedi.
Konu futbol olunca
Ancak konu futbol, iddia şike olunca akan sular durdu...
Bir araya gelmez sanılan dört parti hızla bir araya geldi ve hızla yasa çıkardı. Şike dahil sporla ilgili suçlarda cezaları indiren bir düzenleme yapıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yasayı veto etti, ancak şike yasasında oluşan “milli irade” ödün vermeyeceğini ilan etti. Belki ilk kez iktidar, Cumhurbaşkanı Gül’ü de karşısına alarak, yasayı Meclis’ten aynen geçirme niyetinde olduğunu açıkladı. Muhalefet partileri de aynı yönde açıklamalar yaptılar.
Yeni anayasa için bir araya gelemeyen iktidar ve muhalefet, şike yasasıyla ilgili olarak ikinci kez bir arada olduğunu gösterdi.
Ak Parti Grup Başkanvekili Nurettin Canikli bile yasayı aynen Köşk’e gönderme eğiliminde olduklarını açıkladığına göre belki ilk kez Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, farklı yerlerde duruyorlar.
Suç ve ceza
Suç ve ceza arasında vicdanları rahatsız etmeyecek bir denge olması hukukun gözetmesi gereken bir ilkedir kuşkusuz. Şike cezalarıyla ilgili düzenlemeler konusunda Çankaya ile hükümet ve muhalefet partileri farklı düşünüyorlar.
Ancak yıllar süren tutukluluk hali vicdanları bu kadar rahatsız etmedi. Suç ve ceza arasında denge aranırken henüz mahkeme kararına bağlanmamış suç iddiaları yüzünden yıllarca tutuklu yargılamanın evrensel hukuk kurallarına, AİHM kararlarına aykırılık oluşturması Meclis’teki dört partiyi birlikte harekete geçirmeye yetmedi.
Adil yargılama
Adil yargılama bir insan hakkıdır. Suç iddiası ne olursa olsun yargılamanın adil yapılması asıl kuraldır. Ancak uzun tutukluluk süreleri, bir önlem olan tutukluluğu peşin cezaya çeviriyor.
Sporda gösterilen hassasiyetin, tutuklu milletvekilleri, yıllar süren tutuklu yargılamalar için gösterilmemesi dikkat çekici bir durum.
Şike yasasının dört partiyi bir araya getirmesi, umarım, Türkiye’yi adil yargılama ilkesine aykırılıktan AİHM’de mahkûm eden bu hukuk ayıplarından kurtarmak için bir örnek oluşturur.
bknz: http://siyaset.milliyet.com.tr/darisi-uzun-tutuklulugun-basina/siyaset/siyasetyazardetay/07.12.2011/1471983/default.htm
Tutuklu milletvekilleri Mustafa Balbay’ın cezaevinde 1000 günü geride bırakması vesilesiyle, uzun tutukluluk süresi yeniden gündeme geldi. Fakat Meclis’ten hiçbir hareket olmadı.
1000 günü geçenler, cezaevinde yaşamını yitirenler, ailelerinin yaşadığı dramlar anımsatıldı, yine çıt yok.
Milli iradenin üstünlüğünden, seçilmelerin hukukundan, tutuksuz yargılama esasından dem vuruldu, dört partinin bir araya gelmesi akıllardan bile geçmedi.
Konu futbol olunca
Ancak konu futbol, iddia şike olunca akan sular durdu...
Bir araya gelmez sanılan dört parti hızla bir araya geldi ve hızla yasa çıkardı. Şike dahil sporla ilgili suçlarda cezaları indiren bir düzenleme yapıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yasayı veto etti, ancak şike yasasında oluşan “milli irade” ödün vermeyeceğini ilan etti. Belki ilk kez iktidar, Cumhurbaşkanı Gül’ü de karşısına alarak, yasayı Meclis’ten aynen geçirme niyetinde olduğunu açıkladı. Muhalefet partileri de aynı yönde açıklamalar yaptılar.
Yeni anayasa için bir araya gelemeyen iktidar ve muhalefet, şike yasasıyla ilgili olarak ikinci kez bir arada olduğunu gösterdi.
Ak Parti Grup Başkanvekili Nurettin Canikli bile yasayı aynen Köşk’e gönderme eğiliminde olduklarını açıkladığına göre belki ilk kez Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, farklı yerlerde duruyorlar.
Suç ve ceza
Suç ve ceza arasında vicdanları rahatsız etmeyecek bir denge olması hukukun gözetmesi gereken bir ilkedir kuşkusuz. Şike cezalarıyla ilgili düzenlemeler konusunda Çankaya ile hükümet ve muhalefet partileri farklı düşünüyorlar.
Ancak yıllar süren tutukluluk hali vicdanları bu kadar rahatsız etmedi. Suç ve ceza arasında denge aranırken henüz mahkeme kararına bağlanmamış suç iddiaları yüzünden yıllarca tutuklu yargılamanın evrensel hukuk kurallarına, AİHM kararlarına aykırılık oluşturması Meclis’teki dört partiyi birlikte harekete geçirmeye yetmedi.
Adil yargılama
Adil yargılama bir insan hakkıdır. Suç iddiası ne olursa olsun yargılamanın adil yapılması asıl kuraldır. Ancak uzun tutukluluk süreleri, bir önlem olan tutukluluğu peşin cezaya çeviriyor.
Sporda gösterilen hassasiyetin, tutuklu milletvekilleri, yıllar süren tutuklu yargılamalar için gösterilmemesi dikkat çekici bir durum.
Şike yasasının dört partiyi bir araya getirmesi, umarım, Türkiye’yi adil yargılama ilkesine aykırılıktan AİHM’de mahkûm eden bu hukuk ayıplarından kurtarmak için bir örnek oluşturur.
bknz: http://siyaset.milliyet.com.tr/darisi-uzun-tutuklulugun-basina/siyaset/siyasetyazardetay/07.12.2011/1471983/default.htm
20 Kasım 2011 Pazar
Öneri, Görüşleriniz ve Yorumlarınız İçin...
Değerli Hukukseverler,
Hukukiyorum.blogspot.com'a göstermiş olduğunuz yoğun ilgiden dolayı teşekkür ederim.İlginiz,yorumlarınız ve görüşleriniz bizim için çok değerlidir.Yapmış olduğunuz her türlü yorum değerlendirmeye alınmakta ve sizlerden gelen öneriler doğrultusunda işimizi layıkıyla yapmaya çaba göstermekteyiz.Bundan hareketle, sinemsackan@gmail.com adresine yapacağınız ve yapmış olduğunuz her türlü açıklama değerlendirmeye alınmaktadır.Zamanla, yapılan yorumlar sitede yer almaya başlayacaktır.
Göstermiş olduğunuz ilgiden ötürü tekrar teşekkürlerimi sunar, hukukiyorum.blogspot.com'un beklentilerinizi karşılaması için yorumlarınızı, görüşlerinizi ilgili adrese göndermenizi ümit ederim.Saygı ve Dostlukla;
Sinem Saçkan
Hukukiyorum.blogspot.com'a göstermiş olduğunuz yoğun ilgiden dolayı teşekkür ederim.İlginiz,yorumlarınız ve görüşleriniz bizim için çok değerlidir.Yapmış olduğunuz her türlü yorum değerlendirmeye alınmakta ve sizlerden gelen öneriler doğrultusunda işimizi layıkıyla yapmaya çaba göstermekteyiz.Bundan hareketle, sinemsackan@gmail.com adresine yapacağınız ve yapmış olduğunuz her türlü açıklama değerlendirmeye alınmaktadır.Zamanla, yapılan yorumlar sitede yer almaya başlayacaktır.
Göstermiş olduğunuz ilgiden ötürü tekrar teşekkürlerimi sunar, hukukiyorum.blogspot.com'un beklentilerinizi karşılaması için yorumlarınızı, görüşlerinizi ilgili adrese göndermenizi ümit ederim.Saygı ve Dostlukla;
Sinem Saçkan
18 Kasım 2011 Cuma
8 Kasım 2011 Salı
SÜREYYA AĞAOĞLU (1903-1989)
Türkiye’nin ilk kadın avukatı
1903’te Azerbaycan’da doğan Süreyya Ağaoğlu, hukuk Profesörü Ahmet Ağaoğlu'nun kızıydı. Lise yıllarında sınıfta cumhuriyet rejiminden söz ettiğinde, arkadaşlarının: gavur olarak çağırdığı Süreyya Ağaoğlu, avukat olmayı kafasına koyar. Hukuk fakültesine kaydını yaptırmak istediğinde ise; engellerle karşılaşır. O yıllarda kız öğrenci olmadığından, üniversitenin rektörü olan Haldun Taner'in babası Selahattin Bey'e başvurur.
Dönemin kadınlarının henüz çarşafla dolaştığı bir zamanda başını bile kapatmadan görüşmeye giden Ağaoğlu, Selahattin Bey'e fakülteye girmek istediğini söylediğinde, odanın içinde kahkahalar yankılanır. Ancak; Süreyya Ağaoğlu, bu direnişin ardından kendisi gibi avukat olmak isteyen 3 arkadaşını daha götürünce, Size hemen fakülteyi açalım cevabını alır. O yıllarda öğleden önce erkeklere, öğleden sonra ise; kadınlar ders izleyebiliyor ve oldukça da yorucu olduğundan, fakültenin çabası yalnızca bir dönem sürmüş. İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olan Süreyya Ağaoğlu, avukatlığının yanısıra sıkı bir kadın hakları savunucusu olur.
1948 yılında Berlin, Milletlerarası Hukukçular Komisyonu Üyesi olan Ağaoğlu, Hür Fikirleri Yayma Derneği, Türk-Amerikan Üniversiteler Derneği ve Süreyya Ağaoğlu Çocuk Dostları Derneği'nin de kurucusu.
1949 yılında Milletlerarası Barolar Birliği Yönetim Kurulu İdari Heyeti'ne seçilen Ağaoğlu, 1960 ihtilalinin ardından Yassıada Davaları'nda babasının avukatlığını üstlenerek hukuk savaşı verir.
Süreyya Ağaoğlu'nun çocuğu yoktu 1949 yılında Amerika seyahatine gidiyor. Amerika'da sokak çocuklarının özel muhtaçlar yurdunda barındırıldığını görüyor. İstanbul'a geri gelince "Ben de böyle bir barınma yurdu yaptırmalıyım" kararı alıyor. Kendi ifadesiyle "Taksim parkındaki kimsesiz çocuklar" için bu kararı alıyor. Çevresindekilere göre ise kimsesiz çocuklara olan düşkünlüğünün nedeni kendisinin hiç çocuğu olmaması.
Daha sonra halen faaliyetlerine devam eden Süreyya Ağaoğlu Çocuk Dostları Derneği kuruldu.
Süreyya Ağaoğlu’nun Londra’da Gördüklerim ve Bir Hayat Şöyle geçti adlı kitaplarıyla çeşitli hukuki makaleleri bulunuyor.
29 Aralık 1989'da İstanbul’da öldü. İstanbul’da katıldığı “Kadın Hakları ve Çağdaşlaşma” konulu panelden ayrılırken düşen Ağaoğlu, beyin kanaması geçirdi ve tüm çabalara rağmen kurtarılamadı.
3 Kasım 2011 Perşembe
OLMAZ OLSUN BÖYLE ADALET...
Haber: Cem TURSUN İSTANBUL - DHA
40 BİN 10 LİRA YATIRILIRSA DAVA ORTADAN KALDIRILACAK
Hakim Hasan Gülver sanıklar hakkında Basın Kanunu’nun 19. maddesinin uygulanması ihtimalini göz önüne alarak, yasada öngörülen para cezasının alt sınırı olan 20 bin lira adli para cezası ve 5 liralık davetiye gideri ile birlikte sanıklar için toplam 40 bin 10 liranın 10 gün içinde yatırılması halinde, kamu davasının ortadan kaldırılacağını belirtti. İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nden habere konu olan tanık ifadesinin “gizlilik kararıö verilen evraklardan olup olmadığının sorulmasına hükmeden mahkeme, duruşmayı erteledi.
ŞENER’İN 4.5 YILA KADAR HAPSİ İSTENİYOR
İstanbul Cumhuriyet Savcılığı tarafından hazırlanan iddianamede Şener ve Çakalkurt’un TCK’nın “soruşturmanın gizliliğini ihlal" suçunu düzenleyen 285. maddesi kapsamında 1 yıl 6 aydan 4.5 yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılması isteniyor.
Bknz: http://gundem.milliyet.com.tr/hakimden-sener-e-20-bin-lira-onerisi/gundem/gundemdetay/03.11.2011/1458937/default.htm
ANAYASAYI BOŞVERİN TERÖR YASASINA BAKIN...
Mehmet TEZKAN(03.11.2011)
Son KCK operasyonuna dikkatinizi çekerim..
Muhafazakâr yazarlar, liberal yazarlar, solcu yazarlar..
Hiç kimse, Prof. Büşra Ersanlı ile Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmasını, hapse atılmasını içine sindiremedi..
Bu işte bi terslik var dediler..
Terörle Mücadele Yasası öyle bi yasa ki, herkes yaşamının bir anında terör örgütü üyesi olabilir..
Durduk yerde..
Savcının, hâkimin insafına kalmış..
Yorumuna diyelim..
Bu iddiayla suçlanan yüzlerce kişiyi geçtim.
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Azız Yıldırım bile terör örgütü üyesi olma iddiasıyla hapiste..
Tamam, şikeye karışmış.. Şike yapmış olabilir..
İyi de bunun silahlı suç örgütü kurmakla, yönetmekle ne ilgisi var?
*
Terör örgütü uzantısı dediler mi küt hapse!
Pankart açan çocukları düşünün..
17 ay pankart açmaktan değil, terör örgütü üyesi olmaktan yattılar.. Örgüt nerede derseniz, bilen yok!
Memlekete bakarsanız her yer terör örgütü!.. Herkes terörist..
Hopa’daki tutuklamaları Ankara’da protesto edenlere bile terörist denildi..
*
Bu durumdan..
Cumhurbaşkanı şikâyetçi..
Meclis Başkanı şikâyetçi..
Başbakan şikâyetçi..
Muhalefet liderleri şikâyetçi..
O zaman anayasadan önce bu işi çözün..
Değiştirecekleri iki madde, iki günde, bilemedin bir haftada bitirilir..
O zaman, Balyozcular, Poyrazcılar, Ergenekoncular, KCK’cılar, Oda TV’ciler, Devrimci Karargâhçılar, adı aklıma gelmeyen örgüt üyeleri de serbest kalır denilecektir..
Kalsınlar..
Yasa anti demokratikse.. Bu insanlar, demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan yasa nedeniyle tutukluysa..
Bunun neresi ileri demokrasi!..
Tecavüze prim
Yargıtay’ın kararı hiç hoş olmadı..
Kendini savunmak için yaptığı açıklama da..
Neymiş! Yargı süreci devam ediyormuş..
13 yaşındaki kıza 32 kişi tecavüz etmiş.. Yargıtay ‘kendi rızasıyla’ oldu gerekçesiyle suçun hafifletilmesine onay vermiş..
Bununla da kalmamış.. Zaman aşımı falan demiş.. Yani sen sağ ben selamet..
Dosya kapandı..
*
Ayıp oldu demeyeceğim, Yargıtay’ın bu kararı hepimize ağır hakaret oldu..
Tecavüze prim oldu..
***
Doğru söze ne hacet, üstad gündemi çok güzel yorumlamış...Bir gün adaletin sağlanacağı inancıyla...
Bknz: http://gundem.milliyet.com.tr/anayasayi-bos-verin-teror-yasasina-bakin/gundem/gundemyazardetay/03.11.2011/1458569/default.htm
Son KCK operasyonuna dikkatinizi çekerim..
Muhafazakâr yazarlar, liberal yazarlar, solcu yazarlar..
Hiç kimse, Prof. Büşra Ersanlı ile Ragıp Zarakolu’nun tutuklanmasını, hapse atılmasını içine sindiremedi..
Bu işte bi terslik var dediler..
Terörle Mücadele Yasası öyle bi yasa ki, herkes yaşamının bir anında terör örgütü üyesi olabilir..
Durduk yerde..
Savcının, hâkimin insafına kalmış..
Yorumuna diyelim..
Bu iddiayla suçlanan yüzlerce kişiyi geçtim.
Fenerbahçe Kulübü Başkanı Azız Yıldırım bile terör örgütü üyesi olma iddiasıyla hapiste..
Tamam, şikeye karışmış.. Şike yapmış olabilir..
İyi de bunun silahlı suç örgütü kurmakla, yönetmekle ne ilgisi var?
*
Terör örgütü uzantısı dediler mi küt hapse!
Pankart açan çocukları düşünün..
17 ay pankart açmaktan değil, terör örgütü üyesi olmaktan yattılar.. Örgüt nerede derseniz, bilen yok!
Memlekete bakarsanız her yer terör örgütü!.. Herkes terörist..
Hopa’daki tutuklamaları Ankara’da protesto edenlere bile terörist denildi..
*
Bu durumdan..
Cumhurbaşkanı şikâyetçi..
Meclis Başkanı şikâyetçi..
Başbakan şikâyetçi..
Muhalefet liderleri şikâyetçi..
O zaman anayasadan önce bu işi çözün..
Değiştirecekleri iki madde, iki günde, bilemedin bir haftada bitirilir..
O zaman, Balyozcular, Poyrazcılar, Ergenekoncular, KCK’cılar, Oda TV’ciler, Devrimci Karargâhçılar, adı aklıma gelmeyen örgüt üyeleri de serbest kalır denilecektir..
Kalsınlar..
Yasa anti demokratikse.. Bu insanlar, demokrasiyle uzaktan yakından ilgisi olmayan yasa nedeniyle tutukluysa..
Bunun neresi ileri demokrasi!..
Tecavüze prim
Yargıtay’ın kararı hiç hoş olmadı..
Kendini savunmak için yaptığı açıklama da..
Neymiş! Yargı süreci devam ediyormuş..
13 yaşındaki kıza 32 kişi tecavüz etmiş.. Yargıtay ‘kendi rızasıyla’ oldu gerekçesiyle suçun hafifletilmesine onay vermiş..
Bununla da kalmamış.. Zaman aşımı falan demiş.. Yani sen sağ ben selamet..
Dosya kapandı..
*
Ayıp oldu demeyeceğim, Yargıtay’ın bu kararı hepimize ağır hakaret oldu..
Tecavüze prim oldu..
***
Doğru söze ne hacet, üstad gündemi çok güzel yorumlamış...Bir gün adaletin sağlanacağı inancıyla...
Bknz: http://gundem.milliyet.com.tr/anayasayi-bos-verin-teror-yasasina-bakin/gundem/gundemyazardetay/03.11.2011/1458569/default.htm
1 Kasım 2011 Salı
Avukatlar "Sınav" ve "Nitelikli Staj" İstiyorlar
Erbek, AA muhabirine yaptığı açıklamada, avukatlık mesleğinin geçmişte olduğu gibi, bugün de hem Türkiye'de hem de dünyadaki diğer ülkelerde en saygın ve önemli mesleklerinden birisi olduğunu ifade etti.
Avukatlığın, avukatın şahsı nedeniyle değil, mesleğin özelliği nedeniyle önemli olduğunu vurgulayan Erbek, "Avukatlığı önemli kılan, kutsal 'savunma hakkı'nın kullanılmasıdır" dedi.
Her meslek gibi, avukatlığın da sorunları bulunduğunu kaydeden Erbek,
"Gerekli olan sayının çok üstünde avukat olması nedeniyle, bu sayısal çokluğa göre iş sağlanamıyor. Hukuk eğitimi veren fakültelerdeki eğitimin derinliğinin olmaması, mezun olan kişilerde avukatlık mesleğiyle ilgili güçlü bir algı yaratamıyor ve en önemlisi, avukatlığa kabulde sınav uygulaması yok" diye konuştu.
-Avukatlık Sınavı-
Erbek, 2002 yılında yürürlüğe giren Avukatlık Kanunu'nda sınav zorunluluğunun olduğunu hatırlatarak, "Ancak uygulamaya başlanacağı sırada bu hüküm kaldırdı. Anayasa Mahkemesi kararı iptal etti fakat düzenleme yeniden yapılmadığı için bir boşluk var. Bugün hukuk fakültesini bitiren hemen herkesin cebinde 'avukatlık izin belgesi' var. O istemese bile, kendiliğinden konuyor. Bu böyle olmamalı. Sınav olmalı, hatta sınav yetmez, bir geçiş süreci konulmalı. Örneğin, 2 sene staj olmalı, belli davaları belli kıdeme sahip avukatlar alabilmeli. Böylece hem pratik anlamda mesleki tecrübe, hem de teorik anlamda yeterlilik şartı gözetilmeli" diye konuştu.
Söz konusu zaafın giderilmesi için baroların ciddi şekilde çalışma yaptığını ifade eden Erbek, "Örneğin, 12-13 Kasım tarihlerinde Ankara'da Türkiye Barolar Birliği başkanlığında ve bütün baro başkanlarının katılımıyla, konusu sadece avukatlık sınavı olan bir toplantı yapılacak. Biz acilen avukatlık sınavının hayata geçirilmesini istiyoruz" dedi.
Erbek, avukatlık sınavının uygulamaya konulmasının yanında, avukatlık stajının da daha nitelikli hale getirilmesi gerektiğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Bu olmazsa, yargı çöker. Savunmayı temsil eden avukatların zayıf olduğu, yeterince mesleğe hazırlanamadığı bir yargıda, tam anlamıyla adil yargılama gerçekleştirilemez. Adil yargılamanın gerçekleşmediği yerde de toplumsal barış, huzur ve sükun temin edilemez. Savunmayı temsil eden mesleğin güçlendirilmesi adaletin işleyişine büyük katkı yapacaktır. Avukatların mesleğini yaparken donanımlı ve haklarla donatılmış olması, ülkedeki yargı sistemine olan toplumsal güveni güçlendirecektir."
KAYNAK:http://www.hukukihaber.net/mesleki-hukuk/avukatlar-sinav-ve-nitelikli-staj-istiyor-h18263.html
Avukatlığın, avukatın şahsı nedeniyle değil, mesleğin özelliği nedeniyle önemli olduğunu vurgulayan Erbek, "Avukatlığı önemli kılan, kutsal 'savunma hakkı'nın kullanılmasıdır" dedi.
Her meslek gibi, avukatlığın da sorunları bulunduğunu kaydeden Erbek,
"Gerekli olan sayının çok üstünde avukat olması nedeniyle, bu sayısal çokluğa göre iş sağlanamıyor. Hukuk eğitimi veren fakültelerdeki eğitimin derinliğinin olmaması, mezun olan kişilerde avukatlık mesleğiyle ilgili güçlü bir algı yaratamıyor ve en önemlisi, avukatlığa kabulde sınav uygulaması yok" diye konuştu.
-Avukatlık Sınavı-
Erbek, 2002 yılında yürürlüğe giren Avukatlık Kanunu'nda sınav zorunluluğunun olduğunu hatırlatarak, "Ancak uygulamaya başlanacağı sırada bu hüküm kaldırdı. Anayasa Mahkemesi kararı iptal etti fakat düzenleme yeniden yapılmadığı için bir boşluk var. Bugün hukuk fakültesini bitiren hemen herkesin cebinde 'avukatlık izin belgesi' var. O istemese bile, kendiliğinden konuyor. Bu böyle olmamalı. Sınav olmalı, hatta sınav yetmez, bir geçiş süreci konulmalı. Örneğin, 2 sene staj olmalı, belli davaları belli kıdeme sahip avukatlar alabilmeli. Böylece hem pratik anlamda mesleki tecrübe, hem de teorik anlamda yeterlilik şartı gözetilmeli" diye konuştu.
Söz konusu zaafın giderilmesi için baroların ciddi şekilde çalışma yaptığını ifade eden Erbek, "Örneğin, 12-13 Kasım tarihlerinde Ankara'da Türkiye Barolar Birliği başkanlığında ve bütün baro başkanlarının katılımıyla, konusu sadece avukatlık sınavı olan bir toplantı yapılacak. Biz acilen avukatlık sınavının hayata geçirilmesini istiyoruz" dedi.
Erbek, avukatlık sınavının uygulamaya konulmasının yanında, avukatlık stajının da daha nitelikli hale getirilmesi gerektiğini vurgulayarak, şöyle devam etti:
"Bu olmazsa, yargı çöker. Savunmayı temsil eden avukatların zayıf olduğu, yeterince mesleğe hazırlanamadığı bir yargıda, tam anlamıyla adil yargılama gerçekleştirilemez. Adil yargılamanın gerçekleşmediği yerde de toplumsal barış, huzur ve sükun temin edilemez. Savunmayı temsil eden mesleğin güçlendirilmesi adaletin işleyişine büyük katkı yapacaktır. Avukatların mesleğini yaparken donanımlı ve haklarla donatılmış olması, ülkedeki yargı sistemine olan toplumsal güveni güçlendirecektir."
KAYNAK:http://www.hukukihaber.net/mesleki-hukuk/avukatlar-sinav-ve-nitelikli-staj-istiyor-h18263.html
15 Ekim 2011 Cumartesi
Akıntıya Karşı... Aziz Nesin
SİVAS ACISI
Ben tanırım
Bu bulut bizim oranın bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış ta Sivas'tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var
Ben bilirim
Bu rüzgar bizim oranın rüzgarı
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgarı
Kurutsun diye akan kanlarımı
Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi, hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından, Sivas işi
Ben duyarım, duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sivas ilinden
Sivas rüzgarında uçup gelmiş
Helallik dilemeye
Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende, ne de sende
Ne de olsa yurttaşımsın
Kapalı da olsa bütün vicdan kapıları yüzüme
Bilmelisin, bir yerin var can evimde
Bu bulut bizim oranın bulutu
Hemşeriyiz ne de olsa
Benim için kalkmış ta Sivas'tan gelmiş
Yurdumun bulutu
Başımın üstünde yeri var
Ben bilirim
Bu rüzgar bizim oranın rüzgarı
Hemşerimiz ne de olsa
Benim için kopup gelmiş yayladan
Yurdumun rüzgarı
Kurutsun diye akan kanlarımı
Ben anlarım
Bu acı bizim ora işi, hançer acısı
Bir ülkedeniz ne de olsa
Aynı dili konuşsak da
Anlamayız birbirimizi
Hançerin nakışı
Tanıdım acısından, Sivas işi
Ben duyarım, duyumsarım
Bizim oranın sızısı bu
Binip kara bir buluta Sivas ilinden
Sivas rüzgarında uçup gelmiş
Helallik dilemeye
Ey yüreğimin onmaz acıları
Ey beynimin dinmez sancıları
Suç ne bende, ne de sende
Ne de olsa yurttaşımsın
Kapalı da olsa bütün vicdan kapıları yüzüme
Bilmelisin, bir yerin var can evimde
Yazar : AZİZ NESİN
Yazarın notu: Akıntıya karşı Aziz Nesin kitabını bu yaz okuma fırsatım oldu.Yazarı, A.Şule Süzük olan bu kitap Aziz Nesin'e dair herşeyi belgesel niteliğinde ele almış bulunmaktadır.Üstelik bu eser, kitap+belgesel cd şeklinde okurlarıyla buluşmuştur.Belirtmek lazım ki bu kitap yeni çıkan bir kitap değildir.Ancak, aranıldığında da bulunulmayacak bir kitap değildir.Bu eser, Aziz Nesin'e karşı önyargıları kırmaya aday bir eser olup doğruları tüm gerçekliği ile belgeleyen bir eserdir.
Sinem Saçkan
?
"Güç ve güveni hep dışımda aradım .Ama bunlar insanın içinden gelir ve her zaman oradadırlar."Freud
"Kurduğumuz en büyük hapisane içimizdedir. "(Çin atasözü)
"Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir." (Eflatun)
"Kurduğumuz en büyük hapisane içimizdedir. "(Çin atasözü)
"Küçük şeylere gereğinden çok önem verenler, elinden büyük iş gelmeyenlerdir." (Eflatun)
13 Ekim 2011 Perşembe
BİR YORUM
"size naçizane bir önerim olacak - tabi mümkünse - kadın ve çocuk hakları ile ilgili daha önceden yapmış olduğunuz çalışmalar varsa bloğunuzda yayımlarsanız bizler gibi konu ile yakından ilgilenenler de faydalanma imkanı elde ederiz. Ayrıca, ''Kadına, Erkeğe, Devlete...'' isimli makalenizi gerçekten ilgi çekici buldum. hukukiyorum gibi bir bloğa öncülük etme düşüncenizden dolayı size teşekkür etmek istiyorum.. " (İbrahim Düger)Yanıt: Hukuki.net sitesinden gönderilmiş olan bu yorum için öncelikle İbrahim Düger'e teşekkür ederim.Şimdilik, bahsetmiş olduğunuz konuyla alakalı bir çalışmam bulunmamaktadır.Ancak bu isteğinizi ileriki çalışmalarımda göz önünde bulunduracağımı belirtmek isterim.Saygılarımla;
Sinem Saçkan
9 Ekim 2011 Pazar
KADINA ŞİDDETTE GELİNEN SON NOKTA (!)
Mardin'de boşanmak istediği avukat eşi Ç.B.'den şiddet gördüğü iddiasıyla Gaziantep'teki ailesinin yanına gelen 4 çocuk annesi, 31 yaşındaki Fatma B., "Kendisi de boşanma avukatı olan kocam yakınlarıyla eve baskın yapıp beni, kardeşimi ve annemi hastanelik etti" iddiasında bulundu. Genç kadın, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'den yardım istedi.
Avukat Ç.B. ile 14 yıl önce evlenen ve Mardin'de yaşayan Fatma B., şiddet gördüğünü öne sürerek 2 ay önce Gaziantep'teki ailesinin yanına sığındı. Burada ailesinin de yardımıyla eşine boşanma davası açtı. Dava, Gaziantep 5. Aile Mahkemesi'nde görülürken mahkeme, çocukları dava sonuna kader annesinde kalmasını uygun buldu.
"HEPSİNİ ÖLDÜRÜN"
Fatma B., son olarak, 6 Ekim 2011'de saat 23.00 sıralarında eşi ve yakınlarının ailesiyle kaldığı Çakmak Mahallesi'ndeki eve baskın yaparak ellerinde demir çubuk ve sopalarla kendilerine saldırdığını öne sürdü. Eşinden şikayetçi olan Fatma B., şöyle dedi:
"Eşim boşanma davalarına bakıyor. Ama bana bu konuda yardımcı olmuyor. Aksine şiddet gösterip tehdit ediyor. İki gün önce gece eşim, babası ve kardeşleri evde bulunan herkese sopalarla saldırdı. Bende ellerindeki sopayı almaya çalıştım ama beni de darp etti. Eşim avukat olmasına rağmen ben yıllardır ondan şiddet görüyorum. İşte son gördüğüm şiddet beni bu hale getirdi. O yaşananlar arasında kayınpederim 'Hepsini öldürün kafalarına vurarak hepsini öldürün. Kimseyi sağ bırakmayın' diyerek bağırdığını duydum. Çocuklarım bu olaylardan sonra psikolojik olarak çok etkilendi. Benim, ailemin, çocuklarımın korunması için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'den yardım istiyorum. Bu insanlar korkusuzca hala geziyorlar ve buraya tekrar gelmelerinden endişe duyuyoruz."
Fatma B.'un saldırıya uğrayan stajyer avukat olan kardeşi İbrahim A. ise eniştesinin hukuk tanımadan eve baskın yaptığını ileri sürerek, şunları söyledi:
"Eniştem ablama sürekli şiddet uyguluyordu. En son onu Mardin'de komalık etmişti. Biz ablamı karakoldan aldık. Gaziantep'e geldiğinde ben ve birlikte çalıştığım arkadaşlar yardımcı oldu. Mahkeme dava sürerken çocukların velayetini ablama verdi. Çocukları yasal yollardan aldığımız için tehdit aldık. Olay gecesi bize demir çubuk ve sopalarla saldırdılar. Hatta cep telefonlarını ve sopalarını burada düşürdüler. Polis burada gerekli incelemeleri yaptı ama bu kişiler halen yakalanmadı. Bu konuda biraz daha hassas çalışılmasını ve ablam ve çocukları için gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını istiyoruz."
Mehmet BULUT / GAZİANTEP, ( DHA )
Şiddet uygulayan eşin "boşanma avukatı" olması, avukatın ise "hakkın savunucusu " anlamına geldiğini hesaba katarak vay halimize diyorum...(Sinem Saçkan)
Kaynak: http://www.dha.com.tr/haberdetay.asp?Newsid=218495
Avukat Ç.B. ile 14 yıl önce evlenen ve Mardin'de yaşayan Fatma B., şiddet gördüğünü öne sürerek 2 ay önce Gaziantep'teki ailesinin yanına sığındı. Burada ailesinin de yardımıyla eşine boşanma davası açtı. Dava, Gaziantep 5. Aile Mahkemesi'nde görülürken mahkeme, çocukları dava sonuna kader annesinde kalmasını uygun buldu.
"HEPSİNİ ÖLDÜRÜN"
Fatma B., son olarak, 6 Ekim 2011'de saat 23.00 sıralarında eşi ve yakınlarının ailesiyle kaldığı Çakmak Mahallesi'ndeki eve baskın yaparak ellerinde demir çubuk ve sopalarla kendilerine saldırdığını öne sürdü. Eşinden şikayetçi olan Fatma B., şöyle dedi:
"Eşim boşanma davalarına bakıyor. Ama bana bu konuda yardımcı olmuyor. Aksine şiddet gösterip tehdit ediyor. İki gün önce gece eşim, babası ve kardeşleri evde bulunan herkese sopalarla saldırdı. Bende ellerindeki sopayı almaya çalıştım ama beni de darp etti. Eşim avukat olmasına rağmen ben yıllardır ondan şiddet görüyorum. İşte son gördüğüm şiddet beni bu hale getirdi. O yaşananlar arasında kayınpederim 'Hepsini öldürün kafalarına vurarak hepsini öldürün. Kimseyi sağ bırakmayın' diyerek bağırdığını duydum. Çocuklarım bu olaylardan sonra psikolojik olarak çok etkilendi. Benim, ailemin, çocuklarımın korunması için Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Şahin'den yardım istiyorum. Bu insanlar korkusuzca hala geziyorlar ve buraya tekrar gelmelerinden endişe duyuyoruz."
Fatma B.'un saldırıya uğrayan stajyer avukat olan kardeşi İbrahim A. ise eniştesinin hukuk tanımadan eve baskın yaptığını ileri sürerek, şunları söyledi:
"Eniştem ablama sürekli şiddet uyguluyordu. En son onu Mardin'de komalık etmişti. Biz ablamı karakoldan aldık. Gaziantep'e geldiğinde ben ve birlikte çalıştığım arkadaşlar yardımcı oldu. Mahkeme dava sürerken çocukların velayetini ablama verdi. Çocukları yasal yollardan aldığımız için tehdit aldık. Olay gecesi bize demir çubuk ve sopalarla saldırdılar. Hatta cep telefonlarını ve sopalarını burada düşürdüler. Polis burada gerekli incelemeleri yaptı ama bu kişiler halen yakalanmadı. Bu konuda biraz daha hassas çalışılmasını ve ablam ve çocukları için gerekli tedbirlerin bir an önce alınmasını istiyoruz."
Mehmet BULUT / GAZİANTEP, ( DHA )
Şiddet uygulayan eşin "boşanma avukatı" olması, avukatın ise "hakkın savunucusu " anlamına geldiğini hesaba katarak vay halimize diyorum...(Sinem Saçkan)
Kaynak: http://www.dha.com.tr/haberdetay.asp?Newsid=218495
5 Ekim 2011 Çarşamba
Yenimakale
Yazılarıyla bizlere katkı sağlayan değerli yazarlarımıza teşekkür eder, kaliteli paylaşımlarının artarak devam etmesini dileriz.
Temmuz 2011 En Çok Okunan Yazılar:
1. Hilal Cebeci, Panpiş veBursa 'daki Sahte Şeyh (Erden Özkant)
2. Ayşe Özyılmazel & Ali Taran Düğünü (Erden Özkant)
3. T.C. Mevzuatı Çerçevesinde Paylaşım Amaçlı ÇevrimiçiUygulamaların Hukuki Durumu (Dinç Şanver)
4. Çocukluğum (Selin Aygün)
5. Evlerde Rutubet ve Küf Oluşumunu Nasıl Önleriz? (Gökmen Yücel)
6. Başörtülüsün Sen Başörtülü Kal! (Erden Özkant)
7. Adalet Peşinde (Sinem Saçkan)
8. Ramazan Niçin Gelir!!! (Ömer Erdem)
9. Kişisel Gelişim ve Yolculuk (Merve Dönerçark)
10. İlk Keşkem (Gizem Uzun)
* Yönetim tarafından yazılmış olan makaleler değerlendirmeye alınmamıştır.
* Sıralama en çok okunan 10 makaleyi kapsamaktadır.
Bknz: http://www.yenimakale.com/en-cok-okunan-makaleler-temmuz-2011.html
Temmuz 2011 En Çok Okunan Yazılar:
1. Hilal Cebeci, Panpiş ve
2. Ayşe Özyılmazel & Ali Taran Düğünü (Erden Özkant)
3. T.C. Mevzuatı Çerçevesinde Paylaşım Amaçlı Çevrimiçi
4. Çocukluğum (Selin Aygün)
5. Evlerde Rutubet ve Küf Oluşumunu Nasıl Önleriz? (Gökmen Yücel)
6. Başörtülüsün Sen Başörtülü Kal! (Erden Özkant)
7. Adalet Peşinde (Sinem Saçkan)
8. Ramazan Niçin Gelir!!! (Ömer Erdem)
9. Kişisel Gelişim ve Yolculuk (Merve Dönerçark)
10. İlk Keşkem (Gizem Uzun)
* Yönetim tarafından yazılmış olan makaleler değerlendirmeye alınmamıştır.
* Sıralama en çok okunan 10 makaleyi kapsamaktadır.
Bknz: http://www.yenimakale.com/en-cok-okunan-makaleler-temmuz-2011.html
1 Ekim 2011 Cumartesi
Tavsiye!!!
Güncelhukuk dergisi Ekim sayısında oldukça önemli bir konuyu ele almış bulunmaktadır.Hukuk eğitimi her yönüye Ekim sayısında masaya yatırılmıştır.Bence mutlaka alın ve okuyun...Aynı zamanda "hukuk eğitimi,karşılaşılan sorunlar ve çözüm önerileri" başlıklı yazı tarafımca yazılmış olup siz kıymetli hukuk severlerce okunmayı beklemektedir.
Saygılarımla...
Sinem Saçkan
Saygılarımla...
Sinem Saçkan
28 Eylül 2011 Çarşamba
19 Eylül 2011 Pazartesi
27 Ağustos 2011 Cumartesi
Hoşgeldiniz
Değerli okuyucularımız,
Blog sitemiz hukuk camiasına kapılarını yeni açmış bulunan içerisinde hukuksal makaleler ve haberler barındıran aynı zamanda zaman zaman edebiyat içeriklerinin de yayınlandığı bir blog sitesidir. Blog sitemizde sizlerde yazı yazabilir yayımlanmasını istediğiniz yazılarınızı sinemsackan@gmail.com mail adresine gönderebilirsiniz.
Sinem SAÇKAN
25 Ağustos 2011 Perşembe
KADINA, ERKEĞE, DEVLETE...
YAZAR: SİNEM SAÇKAN
“Bu yazının kaleme alınmasında ‘kadına şiddet’ haberlerinin artış göstermesi ve devletin bu şiddet olaylarına karşı yeterli hassasiyeti gösterememesi etkili olmuştur.”
Aile içi şiddet hem ülkemiz de hem de dünya da görülen, aile içinde en sık ve en yaygın olarak rastlanan bir durumdur. Aile, toplumun en temel yapıtaşıdır. Nitekim, 1982 T.C.’Ana’yasasınn üçüncü bölümünde “Ailenin korunması ve çocuk hakları” başlıklı I.kısmında düzenlenen 41.maddede “Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ‘ana’nın ve çocukların korunması… için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar.” demektedir.
Görülen o ki, ‘ana’nın korunması devletin ‘Ana’yasal bir vazifesidir.
Peki, devlet ‘ana’ bu vazifesini yerine getiriyor mu?
Ne yazık ki, devlet ‘ana’ kadına şiddet haberlerinin üvey ‘ana’sı vazifesini üstleniyordu. Şiddete maruz kalan, şiddet haberlerinin mağduru olan kadına ‘koruma’ vermiyordu. Dolayısıyla devlet vazifesini yerine getirmiyordu.
TMK’nın boşanma sebepleri arasında düzenlediği 162.maddesinde “Eşlerden her biri diğeri tarafından hayatına kastedilmesi veya kendisine pek kötü davranılması ya da ağır derecede onur kırıcı bir davranışta bulunulması sebebiyle boşanma davası açabilir.” demektedir. Bu kanun maddesinde dikkati çeken husus aile içindeki şiddetin boşanma sebebi olarak düzenlenmiş olmasıdır.
Kanun maddesinde düzenlenmiş olmakla beraber çoğu kadınlarımız bu haklarını eşlerinin baskıları nedeniyle kullanamamaktadırlar.
Dünya Sağlık Örgütü (WHO) şiddeti, “fiziksel güç veya iktidarın kasıtlı bir tehdit veya gerçeklik biçiminde bir başkasına uygulanması sonucunda maruz kalan kişide yaralanma, ölüm ve psikolojik zarara yol açması ya da açma olasılığının bulunması” durumu olarak tanımlamaktadır.[1]
Şiddet üzerinde en çok hemfikir olunan tanım, “eşlerden birinin fiziksel, psikolojik yaralanmasıyla veya yaralanma tehdidiyle sonuçlanan, istemli olarak yapılan ya da istemli olarak yapıldığı algılanan bir eylem” olduğu tanımıdır.[2]
Dünya Sağlık Örgütü’nün 2002 yılında yayınladığı raporunda, şiddetin en fazla aile ortamında ve kadına yönelik olduğu bildirilmektedir.[3]
2009 yılının ilk 7 ayında 953 kadın öldürüldü. Son 7 yılın verilerine göre kadın cinayetleri %1400 arttı.[4]Bu ürkütücü tablonun baş aktörleri;
-Kadın,
-Erkek
Ve
-Devlettir.
Kadın: Şiddet haberlerinin mağdur kişisidir. Yapılan araştırmalara göre çoğu şiddet gören kadınlar; eğitimsiz, bilinçsiz ve ailelerinin onayı olmadan evlenen aynı zamanda küçük yaşta zorla evlendirilen kişilerdir. Ezcümle, kadına şiddette eğitimsizliğin önemli bir faktör olduğu söylenebilir.
Erkek: Şiddet haberlerinin suçlu kişisidir. Yapılan araştırmalara göre çoğu şiddet uygulayan erkekler, eğitimsiz, işsiz, madde bağımlısı, psikolojik sorunları olan, hastalıklı yapıya sahip kişilerdir. Şiddet uygulayan erkek profilinde özellikle psikolojik sorunlar önemli bir faktördür. Nitekim, şizofren eşlerinin şiddet uygulaması ve hatta cinayete konu olması sık rastlanan bir durumdur.
Devlet: Şiddet haberlerinin umursamaz aktörüdür. Kadın, ne zaman kendisini koruması için devlete başvursa kapı dışarı edilir. Uzun lafın kısası umursanılmaz…Vergisini alır.Gerekirse söke söke alır.Ancak ‘can güvenliği tehlikede olan’ kadına ve/veya ‘ana’ya bir korumayı çok görür.Belirtmek gerekir ki bu o’nun ‘Ana’yasal vazifesidir.Yineleyelim ki o üvey’ana’lığı benimsemiştir.
KADINA ŞİDDETİN İSTATİSTİKÎ VERİLERİ
· Dünya nüfusunun %49.7’si kadın (3,132,342,000 kadın; 3,169,122,000 erkek) (BM Nüfus Dairesi)· Kadınların yaklaşık %47’si ilk cinsel ilişkilerinin zorla olduğunu bildirmektedir. (A, WHO 2002)
· Kadın cinayet kurbanlarının yaklaşık %70’I erkek partnerleri tarafından öldürülmüştür. (A, WHO 2002).
· Kenya’da haftada birden fazla kadının erkek partneri tarafından öldürüldüğü bildirilmektedir. (E, Joni Seager, 2003).
· Zambia’da haftada beş kadın erkek partneri veya aile bireyi tarafından öldürülmektedir (E, Joni Seager 2003).
· Mısır’da kadınların %35’I evliliklerinin bir noktasında kocalarından dayak yemiştir. (A, UNICEF 2000).
· Bolivya’da 20 yaş ve üzerindeki tüm kadınlar son 12 ay içinde fiziksel şiddete maruz kalmıştır. (A, WHO 2002).
· Kanada’da aileye yönelik şiddetin maliyeti, tıbbi bakım ve verim kaybı dahil yılda 1.6 milyar dolardır. (A, UNICEF 2000).
· ABD’de her 15 saniyede bir kadın, genellikle kocası/partneri tarafından, dövülmekte. (Dünya Kadınları hakkında BM Çalışması, 2000).
· Bangladeş’te tüm cinayetlerin %50’sini partnerleri tarafından öldürülen kadınlar oluşturuyor(E, Joni Seager, 2003).
· Yeni Zelanda’da kadınların %20’si erkek partnerleri tarafından dövüldüğü veya fiziksel tacize uğradığını belirtmekte(A, UNICEF 2000).
· Pakistan’da kadınların %42’si şiddeti kader olarak görüyor; %33’ü karşı koymak için çok çaresiz olduklarına inanıyor; %19’u karşı koymuş ve %4’ü buna karşı harekete geçmiş. (Hükümetin 2001 yılında Pencap’ta yaptığı çalışma).
· Rus hükümet dışı örgütlere göre, Rusya Federasyonu’nda 36,000 kadın her gün kocaları veya partnerleri tarafından dövülüyor. (D, OMCT 2003).
· İspanya’da 2000 yılında her beş günde bir kadın erkek partneri tarafından öldürüldü (D, Joni Seager, The Atlas of Women).
· Britanya’da haftada yaklaşık 2 kadın partnerleri tarafından öldürülüyor(E, Joni Seager, 2003).
Bu oranlar göstermektedir ki “kadına şiddet” sadece ülkemizde görülen bir durum değil; dünyanın her yerinde görülebilecek bir durumdur. Aile içi şiddet aile bireylerinin sağlığını olumsuz yönde etkilemektedir. Aslında bu nedenle de bireylere olumsuz etki ettiğinden ötürü “toplumsal bir sorun” olarak addolunabilir.
Viyana İnsan Hakları Konferansı ve 4.Dünya Kadın Konferansı’nda öncelikli olarak ele alınan konulardan biri “ kadına yönelik şiddet” olmuştur. Bu konferanslarda “şiddet, dünyada ki en yaygın ama en az tanımlanmış insan hakları suiistimali” olarak tanımlanmıştır.[5]
KADINA YÖNELİK ŞİDDETİN TARİHSEL GELİŞİMİ
Eski Roma’da erkekler eşlerini dövebilir, boşayabilir, zina, toplum içinde sarhoşluk ya da halka açık oyunlara gitmek gibi nedenlerle öldürme hakkına sahipti.1700’lü yıllarda İngiltere’de yasalar kocaya doğru yoldan ayrılan karısını fiziksel olarak cezalandırma hakkını vermektedir.
Bu uygulama ondokuzuncu yüzyılda ABD’de yapılmıştır. Kadının aşağılanması, güçler arasındaki eşitsizlik, kadının mal olarak görülmesi, cinsiyetçi rollerin dayatılması, erkeğin saldırgan davranışlarına onay verilmesi kadının ikinci sınıf insan sayılması ve dominant erkeğe bağımlığın sürmesini sağlamaktır. Güç eşitsizliği ve “aile meseleleri”nin karıştırılmaması gereken özel hayat sayılmasının yanında sağlık ve adalet sisteminde görev yapanlar da 1960’lı yıllara kadar kadına yönelik şiddeti görmezden gelmiştir.1970’li yıllarda ki kadın hareketi kadının toplumda yaşadığı her türlü şiddete dikkat çekilmesini sağlamıştır.[6]
TÜRKİYE’DE DURUM
Türkiye’de sığınma evlerinin sayısı oldukça azdır. Var olan sığınma evlerinin sayısı ihtiyacı karşılayabilme gücünden yoksundur.
Şiddetin önlenmesinde önemli denilebilecek yerel yönetimlerin “kadına şiddet” tutumunda ki duyarlılık ilgisizlikten öteye geçememektedir.
Belirtmeliyiz ki, Türk toplumunda ki egemen erkek yapısı kadına yönelik şiddetin artmasında önemli bir faktördür. Çıkarılan “aile’nin korumasına dair kanun” ile aile içinde kadınların ve çocukların şiddet görmesinin engellenmesi amaçlanmıştır. Ancak bu kanun sadece şiddet sonrası dönemde yapılan başvurulara yöneliktir.[7]Nitekim boşanmış ya da evli olmayan kadınlar yasa kapsamı dışında kalıyor.
“Ülkemizde hiç mi olumlu gelişme yok?” diyenler olabilir;
Elbette var. Bu çalışma için yaptığım araştırmalar esnasında ülkemizde sevindirici “bir” gelişmenin olduğunu söyleyebilmek mümkün.
Araştırma esnasında okuduğum bir haberi siz kıymetli okuyucularımla paylaşmak isterim, buyurun okuyun;
“ Yapılan incelemeler sonucu tehlikenin boyutunu tespit eden polis müdürleri, Emniyet Müdürü Ercüment Yılmaz’ın talimatıyla koruma talebinde bulunan kadınları, oturdukları bölgede görev yapan asayiş veya karakol ekiplerine zimmetledi. İncelemelerde boşandığı veya boşanmak istediği eşinden ölüm tehditleri aldığı belirlenen kadınlar ise birden fazla ekibe zimmetlendi. “
Bizim de katıldığımız görüşe göre, bu habere ”Yetmez ama evet “diyenlerde olabilir…
Yazarın Notu: Çocuk ve Kadına vurulan her tokat geleceğe indirilen bir darbedir. Siz siz olun şiddetin engellenmesinde üzerinize düşen vazifeyi yerine getirin. Unutmayalım ki kadınlar, şiddet haberlerinde her ne kadar mağdur gibi görülse de kurtuluş savaşından bu yana tarihte ki azimli, güçlü ve mücadeleci yerini almıştır. O’nun anlı şanlı bir geçmişi vardır. Tarihimize ve geleceğimize sahip çıkalım!
[1] Arın C.Kadına yönelik şiddet Cogito 1996; 6(7), 305-312.
[2] Andrews AB: Developing community systems for the primary of family violence. Fam Community Health 16:1-9, 1994.
[3] Krug EG et al. World Report on Violence and Health, Geneva; WHO; 2002.
[4] http://detay.gsu.edu.tr/Dergi.aspx?Tip=Yazi&No=68, Erişim tarihi: 22.08.2011.
[5] Ozaydın N, Unuvar O, Akın A . Kadın ve Siddet. Sağlık ve Toplum. 1998;8:73-78.
[6] Dr. Nüket Subaşı, Prof. Dr. Ayşe Akın, “Kadına Yönelik Şiddet; Nedenleri ve Sonuçları”,Hacettepe Üniversitesi yayını,( http://www.huksam.hacettepe.edu.tr/Turkce/SayfaDosya/kadina_yon_siddet.pdf, 24.08.2011).
[7] A.g.m.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)