31 Aralık 2011 Cumartesi

ADİL BİR YENİ YIL...

Bir yılı daha geride bırakıyoruz.Koskoca bir yıl...2011 yılı neleri içinde barındırmadı ki...Şikesiydi, ergenekonuydu, tutuklu gazetecileriydi, şiddet olaylarıydı, arabulucusuydu...Liste uzun yazmaya bir yıl bile yetmez belkide.Hep adil bir düzeni tesis etmek için çabaladık(!).Türkiye hukuksal anlamda büyük bir imtihan verdi.Peki başarılı olabildi mi?Pek sanmıyorum...Hukuksuzluklarıyla koca bir yılı geride bırakmıştır Türkiye...
Osmanlının belli başlı dönemleri vardır; kuruluş,yükseliş,duraklama,gerileme,çöküş...Buna mukabil, hukuksal anlamda Türkiye gerileme dönemine girmiştir.
2012 yılı neleri getirecek bilinmez.Yılın son günü moral bozucu bir yeni yıl iletisi oldu belki de bu yazdığım.Ama yine de umudumuzu kaybetmeyelim.Yeri geldiğinde elbette eleştireceğiz.Bir hukukçunun vazifesi değil midir bu?Olumsuz eleştiri olduğu gibi olumlu eleştirilerde de bulunacağız tabi ki.(varsa söyleyin=) )
2012 yılı hepimize sağlık,mutluluk,başarı,adalet duygusu ve en önemlisi barışı getirsin...Saygı ve dostlukla;

Sinem Saçkan

29 Aralık 2011 Perşembe

ANAYASA KOMEDİSİ-Melih AŞIK (29.12.2011)

Sivil toplum kuruluşları kendilerinden görüş isteyen Anayasa Komisyonu Başkanı Cemil Çiçek’e sormuşlardı:
- Acaba başımıza bir iş gelir mi?
Cemil Çiçek önceki gün de KESK’i ziyaretinde aynı soruyla karşılaştı...
KESK yöneticileri Çiçek’e şöyle dediler:
- Söylediğimiz sözlerden dolayı yarın gözaltına alınmayacağımızın garantisinin olmadığı yerde fikrimizi özgürce söylemek mümkün değil...
Sonra da eklediler:
- 8 milletvekili cezaevindeyken, 25 sendikacı 6 yıl ceza almışken nasıl anayasa tartışması yapılacak...
Ortada bir anayasa komedisi var kuşkusuz...
İnsanlar yeni anayasa ile ilgili fikir açıklamaya korkuyor...
Ve iktidar bu ortamda daha özgürlükçü anayasa yapacağını iddia ediyor.
Anayasa komisyonu kurulurken CHP, ortamı demokratikleştirici adımlar atmayı önermişti. 8 milletvekili ile 99 gazeteci hapisteyken, göndereni meçhul (veya belli) virüslü maillerle gazeteciler hapse atılırken, kim düşüncesini söylemeye cesaret edebilir?
Türkiye’yi bu ortama getirenlerin daha özgürlükçü anayasa yapacağına hangi saf inanır?
Geçen yıl yargıyı vesayetten kurtarıyoruz diye anayasa değişiklikleri yaptılar.
Tam tersine yargıyı tamamen iktidara bağladılar...
Şimdi de daha özgürlükçü anayasa sloganıyla yola çıkıyorlar...
Tam tersine tek parti ve tek lider egemenliğini pekiştiren değişiklikler yapmasınlar?
Basını zincire vurmuş, telefonları dinlemeye almış, bir pankarta tahammülü olmayanların daha özgürlükçü anayasa yapacağına kim inanır?
Mevcut anayasayı uygulamayanlar mı
daha özgürlükçüsünü yapacak?
Güldürmesinler adamı...

Deniz Feneri davasının iddianamesi bahara doğru hazır olabilirmiş.
Ne güzel şarkıdır o: “Bu kaçıncı bahaaaar ne zaman geleceksin”...
Haldun Ertem
Kemal Kılıçdaroğlu, “Atatürk’ün kurumlarına
Atatürk karşıtlarını atıyorlar” demiş.
Sadece o kadar mı? Atatürk’ün partisine de
Atatürk karşıtlarını milletvekili yapıyorlar!
Fahrettin Fidan

Ödül Burkay’a!
Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumunun çok tartışılan üyesi Mümtazer Türköne’yeHabertürk’te soruluyor:
- Kurumunuzun seçeceği ‘Atatürk Uluslararası Barış Ödülü’ne siz kimi layık görürdünüz?
Türköne’nin yanıtı: “Türkiye için Kemal Burkay, uluslararası alanda ise Tunus’tan Gannuşi olabilir.”
Mümtazer beyin adayları da mümtaz kişiler... Türkiye’den İsveç’e kaçan Kemal Burkay ile Tunus’tan İngiltere’ye kaçan İslamcı lider Raşid el Gannuşi... Kemal Burkay yurda döndüğünden beri her konuşmasında “Federasyon” diyor başka bir şey demiyor... Ulus devlete karşı olan birinin Atatürk ödülüne layık bulunması ilginç mi ilginç... 

 
Özerklik yetmez...
Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana baklayı ağzından çıkarmış:
“Başta özerklik istedik ama bugün Kürtler özerkliğin yetersiz olduğunu düşünüyor...”
Peki PKK ne istiyor?
Onu da Taraf’ta Ahmet Altan’ın 3 Kasım 2011 tarihli yazısında görmek mümkün:
Murat Karayılan son açıklamasında PKK’nın silah bırakmasını ‘kendilerine yönetecek bir toprak verilmesine’ bağladığına göre, o toprak verilmedikçe PKK da silah bırakmayacak, silahlar susmayacak...”
PKK açılımın da verdiği cesaretle açıldıkça açılıyor... On beş yıl önce “Kültürel haklarımızı istiyoruz başka talelebimiz yok” diyenler, “Bağımsızlık mı, katiyen öyle bir şey istemiyoruz” diyenler şimdi ‘ayrı toprak ayrı devlet’ noktasına gelmiş bulunuyor...
Yakında sıra sınırların nereden geçeceği tartışmasına gelecektir...
* * *
Birkaç aydır silahlı kuvvetler PKK’ya ağır darbeler vuruyor.
Hava kuvvetlerinin eliyle koymuş gibi bulduğu ve yok ettiği mevziler genellikle sınırlarınmız içindedir.
Bu noktalar biliniyor ama müzakerelerin yürümesi hatırına göz yumuluyordu, izlenimi ağır basıyor...
Ya arada şehit olan gencecik insanlarımız... Onların hesabını kim verecek?

Asgari ücret “açlık sınırının” altında kalmış.
Ha gayret!
Biraz daha düşürülürse “susuzluk sınırının” altında kalacak...
Gülhan Elmas

Sözün bittiği yer!
“Sözün bittiği yer” lafına cuk oturan olayı dün Sabah gazetesinde okuduk:
İstanbul Özel Yetkili Savcısı Muammer Akkaş, eski Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ile dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu, Hava Kuvvetleri Komutanı Hasan Aksay,Deniz Kuvvetleri Komutanı Eşref Uğur Yiğit hakkında Ergenekon ve Balyoz davasından tutuklu ziyareti ile ilgili soruşturma başlattı. Gerekçe: Terör örgütüne yardım ve yataklık ile görevi kötüye kullanma...”
 Bknz: http://gundem.milliyet.com.tr/anayasa-komedisi/gundem/gundemyazardetay/29.12.2011/1481660/default.htm

18 Aralık 2011 Pazar

Bir Yargıç Nasıl Adil Olur?

Mecelle 1792. maddesinde “Hâkim, hakîm, fehîm, müstakîm ve emîn, mekîn, metîn olmalıdır” der. Yani yargıç bilge ve bilgin, akıllı, anlayışlı, doğru, kendisine güvenilen, korkusuz, vakarlı, temkinli, metanetli, dayanıklı olmalı... 1999 yılının güzünde tamamladığım “İstanbul Barosu Çevresi Adli Yargıda Yolsuzluk Araştırması” adlı çalışmamda meslekte beş yılını doldurmuş İstanbul Barosu avukatlarından bir de, yargıçlar ve savcılarda genellikle gördükleri kişilik özelliklerini işaretlemelerini istemiştim. Yüzde yetmiş beşi yalnızca bir şık işaretlemişti. O da “vakarlı, temkinli” olduklarıydı. Bu sözcükler kibri, cüreti, ürkekliği de çağrıştırıyordu. Ayrıca yüzde doksan beşi “adli yargıda yolsuzluk vardır” derken, yüzde altmış üçü bu durumun adli yargının temel sorunlarından birisi olduğunu söylüyordu. Aynı derecede düşündürücü başka bir yargıç kusuruna daha değinmek istiyorum: Kant’ın “Aydınlanma Nedir? Sorusuna Yanıt”ında sözünü ettiği ve düşüncenin özgürlüğü için önemli bir adım saydığımız “aklın özel kullanımı (Privatgebrauch der Vernunft)” ile “aklın kamusal kullanımı (öffentlicher Gebrauch der Vernunft)” ayrımına bağlılığını sürdürmesi, günümüz yargıcını ciddi bir iç çatışmaya sürüklüyor:

Aklın özel kullanımı kişinin, görevinin gereklerine koşulsuz uymasını; kamusal kullanımı onun, bu gerekleri alenen, özgürce eleştirilebilmesi gereğini dile getiriyordu. Yani buna göre yargıç isterse kamuya şöyle seslenebiliyor: “Uyguladığım bu yasanın, verdiğim bu kararın adil olmadığına inanıyorum”. Sorumluluklarını kaldırırken, kamuya sızlanmalarına izin veren bu ayrıma yargıçlar can simidine sarılır gibi sarılıyor. Ağır derecede haksız bir yasaya bile itaatle yükümlü olduklarını söyleyen bu kör içtihat, onları mazur kılıyor, vicdanlarının sızısını yatıştırıyor.

İnsanın, vicdanı karşısında bu denli uyutulmasının ne denli korkunç bir cinnet ve cinayet olduğunu düşünemeyen bir kimse olabilir mi? Uyruklarının vicdanını köle tutmak isteyen bir Leviathan’ı, “Ne istersen düşün, dilediğince düşün, ama itaat et” diyen aydınlanmış bir monark (Büyük Frederik) dahi yeterince gizleyemiyor.

Yargıç vicdanını, adalete ve hakikate doğası gereği yabancı bu gücün hizmetine severek ve korkuyla hep sunuyor. Bu ayrım sonuçta aklen ve vicdanen kendisine uygun yargıçlar yetiştiriyor.

Oysa yargıcın yasayı, hukukun evrensel değerleri ışığında denetlemek ve düzeltmek yetkisi adalet yolunda önemli bir güvencedir. Yargıcı gerçek yargıç kılacak olan şey onun, ağır biçimde haksız bulduğu bir yasayı ihmal etmek cesaretini göstermeye kendini hazır hissettiğinde ancak kürsüye çıkabilmekte hak ve güç sahibi olabileceğini bilmesidir. Adalet ve hakkaniyet yolunda yalnızca özgür ve sorumlu olduğunu bilmesidir. Silivri’deki yargıçlar gerçekten Kant’a uydukları için tutuk iseler, Sokrates gibi yapmalılar: insafsız yasaları çiğnemeliler. Aristoteles’ten, mahkeme adaletine çekidüzen veren Hakkaniyet’i bulup uygulamanın asli görevleri olduğunu öğrenmeliler. Ama yasaların lafzını bu katı pozitivist sav yardımıyla, iktidarın muhaliflerini tasfiye için kullanıyorlarsa, Nazi yargıçlarının da aynı şeyleri yaptıklarını anımsamalılar.

Hukuku bilmek ve telaffuz etmekle (iura novit curia) yetkilendirilen yegâne kurum olarak mahkemenin hukuku bilememesi (yani bir yasanın adaletsizliğini görememesi) kusurunaysa hiç değinmek istemiyorum.

Tüm günahlar insan içindir, erdemleri gibi… Biz günahlarımıza rağmen belki işimizi görebiliriz, ama yargıç onlardan arınmadan kürsüye çıkamaz. Yargıç erdem sınavlarından yüksek bir başarıyla geçmekle hükümlüdür. Her tökezlemesi onu kürsüden diplere fırlatır.

İnsan yargılamak kolay iş değildir. Aslında “iş” değildir. Ama biz bunu birilerinin işi yapmışsak, o zaman, böyle bir iştir. O yedi günahından arınıp, yedi erdemin kisvesini giyinmeden kendisine sunulan peygamber postuna oturamaz. Suçlu değil, yargıç titremeli adalet(sizlik) korkusuyla. Bundan berisi trajikomik bir tiyatrodur, soytarılıktır, cellatlıktır, kısır gerçeklik bize yargılamanın sıradan bir meslek icrası olduğunu her yönüyle ısrarla gösterse de…

Bugün ne yazık ki, kamusal gerçeklikte hemen her karine tersine dönmüş görünüyor (Cumhuriyet Bilim Teknik, 9.9.2011)

13 Aralık 2011 Salı

Hukukiyorum İstatistikleri...

Turkey
                                                  884
United States                                        
276
Vietnam                                                
56
Japan
                                                    49
Germany
                                               43
Russia                                                   
33
Latvia                                                    
14
Bulgaria
                                                  4
Netherlands                                             
4
Azerbaijan                                               
2

(Ağustos 2011 tarihi itibariyle)
Editör'ün notu: Hukuk blogu olarak daha çok yeniyiz.Buna rağmen
ziyaretçi sayısının 1.000'i geçmiş olması bizim için oldukça sevindirici bir gelişmedir.Her zaman layık olmak için çabalıyoruz.Nitekim, bütün endişemiz bundandır. sinemsackan@gmail.com adresine göndermiş olduğunuz yorumları en kısa zamanda sitede paylaşacağız.Saygılarımızla...

Sinem Saçkan

7 Aralık 2011 Çarşamba

Cübbemize, vatandaşın hakkına ve hukukuna sahip çıkıyoruz! Arabuluculuğa geçit yok!



İstanbul Barosu avukatları, Adalet Bakanlığı, Türkiye Barolar Birliği, Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından İstanbul’da Conrad Hotel’de düzenlenen ve üç gün sürecek “Türkiye’de Hukuk Uyuşmazlıklarında Arabuluculuk Uygulamaları Uluslararası Çalıştay”nı ptotesto etti.

Basın açıklamasından sonra basınla birlikte toplantı salonuna giren avukatlar, toplantıya katılanlara kırmızı kart gösterdi ve salonunun çevresini dolaşarak sessiz bir protesto eylemi gerçekleştirdi.

Protesto eyleminden önce basın açıklamasını okuyan İstanbul Barosu Başkanı Av. Doç. Dr. Ümit Kocasakal, barolarımızı, meslektaşlarımızı ve kamuoyunu bu vahim gelişmeye, anılan tasarıya karşı duyarlı olmaya ve mücadele etmeye, hukuka sahip çıkmaya çağırdıklarını bildirdi.

Kocasakal, dünyanın en büyük savunma örgütü olan İstanbul Barosunun, tarihi bir görev ve sorumluluk bilinci ile arabuluculuk yasa tasarısına karşı kararlılıkla direneceğini, mücadele edeceğini, demokratik ve meşru gücünü sonuna kadar kullanacağını, mesleği, meslektaşları, vatandaşın hak ve hukukunu sonuna kadar koruyacağını söyledi.

İstanbul Barosu avukatları, 6 Aralık 2011 Salı günü saat 10.30’dan itibaren Beşiktaş Barbaros Bulvarı üzerindeki Conrad Hotel’in önünde toplanmaya başladılar. Cübbelerini giymiş olarak giderek büyüyen kalabalık ellerinde taşıdıkları pankartlarla çeşitli sloganlar atmaya başladılar. Saat 11.15’de çalıştay çay molası verdi. Bu arada İstanbul Barosu Başkanı Kocasakal basın açıklamasını yaptı ve protesto eylemi hakkında ayrıntılı bilgi verdi. Saat 11.30’da çalıştay çalışmalarına başladığı sırada başta İstanbul Barosu yöneticileri olmak üzere avukatlar çalıştay salonuna girdiler ve kırmızı kart göstererek protesto eylemini gerçekleştirdiler. Salonda bir tur atan avukatlar sessizce salondan ayrıldılar.

Protesto eylemine İstanbul Barosu Başkan Yardımcısı Av. Mehmet Durakoğlu, Genel Sekreter Av. Hüseyin Özbek, Yönetim Kurulu Sayman Üyesi Av. Ufuk Özkap, Yönetim Kurulu Üyeleri Av. Füsun Dikmenli, Av. Turgay Demirci, Av.Özlem Aksungar, Av. İsmail Altay, Av. Hasan Kılıç, İstanbul Milletvekili Av. Mahmut Tanal, Eski Baro Başkanlarından Av. Kazım Kolcuoğlu ve avukatlar katıldılar.

Eylemde kullanılan bazı sloganlar şöyle: “Arabuluculuk Arabozuculuktur”, “Arabuluculuk Tekelleşme Tek-elleşmedir”, “Arabuluculuk hakkın ve adaletin, gücün, kayırmanın, keyfiliğin insafına terk edilmesidir”, “Arabuluculuk mafya ve tarikat adaletinin tavsiyesi adaletin ise tasfiyesidir”, “Arabuluculuk, hukukun gücünün, gücün hukuksuzluğuna teslimidir”, “Arabuluculuk mafya-tarikat-cemaat adaletinin egemen olmasıdır”.

Darısı Uzun Tutukluluğun Başına (7.12.2011)

FİKRET BİLA

Tutuklu milletvekilleri  Mustafa Balbay’ın cezaevinde 1000 günü geride bırakması vesilesiyle, uzun tutukluluk süresi yeniden gündeme geldi. Fakat Meclis’ten hiçbir hareket olmadı.
1000 günü geçenler, cezaevinde yaşamını yitirenler, ailelerinin yaşadığı dramlar anımsatıldı, yine çıt yok.
Milli iradenin üstünlüğünden, seçilmelerin hukukundan, tutuksuz yargılama esasından dem vuruldu, dört partinin bir araya gelmesi akıllardan bile geçmedi.

Konu futbol olunca
Ancak konu futbol, iddia şike olunca akan sular durdu...
Bir araya gelmez sanılan dört parti hızla bir araya geldi ve hızla yasa çıkardı. Şike dahil sporla ilgili suçlarda cezaları indiren bir düzenleme yapıldı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, yasayı veto etti, ancak şike yasasında oluşan “milli irade” ödün vermeyeceğini ilan etti. Belki ilk kez iktidar, Cumhurbaşkanı Gül’ü de karşısına alarak, yasayı Meclis’ten aynen geçirme niyetinde olduğunu açıkladı. Muhalefet partileri de aynı yönde açıklamalar yaptılar.
Yeni anayasa için bir araya gelemeyen iktidar ve muhalefet, şike yasasıyla ilgili olarak ikinci kez bir arada olduğunu gösterdi.
Ak Parti Grup Başkanvekili Nurettin Canikli bile yasayı aynen Köşk’e gönderme eğiliminde olduklarını açıkladığına göre belki ilk kez Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, farklı yerlerde duruyorlar.

Suç ve ceza
Suç ve ceza arasında vicdanları rahatsız etmeyecek bir denge olması hukukun gözetmesi gereken bir ilkedir kuşkusuz. Şike cezalarıyla ilgili düzenlemeler konusunda Çankaya ile hükümet ve muhalefet partileri farklı düşünüyorlar.
Ancak yıllar süren tutukluluk hali vicdanları bu kadar rahatsız etmedi. Suç ve ceza arasında denge aranırken henüz mahkeme kararına bağlanmamış suç iddiaları yüzünden yıllarca tutuklu yargılamanın evrensel hukuk kurallarına, AİHM kararlarına aykırılık oluşturması Meclis’teki dört partiyi birlikte harekete geçirmeye yetmedi.

Adil yargılama
Adil yargılama bir insan hakkıdır. Suç iddiası ne olursa olsun yargılamanın adil yapılması asıl kuraldır. Ancak uzun tutukluluk süreleri, bir önlem olan tutukluluğu peşin cezaya çeviriyor.
Sporda gösterilen hassasiyetin, tutuklu milletvekilleri, yıllar süren tutuklu yargılamalar için gösterilmemesi dikkat çekici bir durum.
Şike yasasının dört partiyi bir araya getirmesi, umarım, Türkiye’yi adil yargılama ilkesine aykırılıktan AİHM’de mahkûm eden bu hukuk ayıplarından kurtarmak için bir örnek oluşturur.

bknz: http://siyaset.milliyet.com.tr/darisi-uzun-tutuklulugun-basina/siyaset/siyasetyazardetay/07.12.2011/1471983/default.htm