29 Ocak 2012 Pazar

Hukuk Eğitimi,Karşılaşılan sorunlar ve Çözüm önerileri...

6 Aralık 2011 Tarihinde Doğuş Üniversitesinde bu başlık altında sunum yapmıştım.Katılımın az oluşu sebebiyle(sınavların yaklaşması, aynı gün sınav olması, ders yapılması gibi nedenlerden ötürü) tartışma tarzında gerçekleşmedi sunum.Çeşitli sebeplerden dolayı katılamayan ve unutmuş olduğundan dolayı gelemeyenleri de hesaba katarak sunumda üzerinde durmuş olduğum hususları sizlerle paylaşmaya karar verdim.Buyurun okuyun;


HUKUK NEDİR?
Her ne kadar eksiksiz bir tanımı yapılamasa da kabul gören tanıma göre hukuk, “Toplumsal ilişkileri düzenleyen ve uyulması devlet tarafından yaptırıma bağlanmış bulunan bir sosyal bilimdir.”
Hukuk, devletin varlığını sürdürebilmesi ve toplumun huzur içinde yaşaması için gerekli olan bir mekanizmadır.
Tanımdan da anlaşılacağı üzere,  hukuk bir ihtiyaçtır ve bu nedenle de hukuk eğitiminin ne şekilde verildiği önemlidir.
HUKUK EĞİTİMİ VE MESLEK OLARAK HUKUKÇULUK
HUKUK EĞİTİMİ:
Uzun süreler İngiltere’de ve Amerika Birleşik Devletleri’nde bir hukuk fakültesine gitmeden avukatlık veya yargıçlık yapmak, sadece bir çıraklık, yani staj devresinin geçirilmesi şartı ile mümkün olabiliyordu. Ancak, sağlam bir hukuk formasyonu bir üniversite tahsili ile gerçekleştirilebilir.
Üniversitelerde hukuk eğitiminin nasıl verildiği ve nasıl olması gerektiği ilerleyen konularda anlatılacaktır.
-MESLEK OLARAK HUKUKÇULUK:
Hukuk eğitiminde 4 yılı başarı ile tamamlamış bulunan öğrenciler seçtikleri alana göre staj yapmaktadırlar.
AVUKATLIK:
Türkiye’de avukatlık yapabilmek için 4 yıllık Hukuk fakültelerinden birini bitirdikten sonra avukatlık mesleğinin yapılacağı ilin Barosuna başvuruda bulunmak gerekir. Söz konusu baroda bir yıl süreli bir avukatlık stajı yapılması zorunludur. Bu sürenin ilk 6 ayında bir avukatın yanında staj tamamlanır. Bu dönemde stajyer avukatlardan Baro tarafından verilen çeşitli meslek içi eğitim programlarına da katılmaları beklenir. Bir yıllık sürenin sonunda, yanında staj yapılan avukat tarafından olumlu rapor verilmesi ile staj sona erer (1136 sayılı Avukatlık Kanunu m.3,15)
ELEŞTİRİ: Ülkemiz, en kolay avukat olunabilen ve mesleğin sürdürülmesinde, objektif olarak niteliğe ve eğitime en az önem verilen bir ülkedir. Hukuk fakültesini bitiren herkes, herhangi bir sınırlama ve sınav olmadan sadece kanunda ki şartlar sağlandığında avukat olabilmekte, staj faaliyeti çok ciddi yürütülememekte, uzmanlık ve meslek içi eğitim söz konusu olamamaktadır.
HÂKİMLİK VE SAVCILIK:
Her yıl atanacak Hâkim ve Savcı adaylarının sayısı, kadro ve ihtiyaç durumuna göre Adalet Bakanlığınca saptanır.(2802 Sayılı Kanun m.9).Hâkim ve Savcı adayı olabilmek için 2802 Sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunununda öngörülen diğer koşullar yanında yazılı yarışma sınavı ile mülakatta başarılı olmak gerekir. Bu sınavları başaranlar aday olarak atanır ve iki yıllık adaylık süresinde Hakim ve Savcı Eğitim Merkezinde üçer aylık hazırlık eğitimi ve son eğitim aşamalarından geçerler. Bu iki aşama arasında 18 aylık staj dönemi bulunur. Eğitim dönemi sona erince yapılacak yazılı sınavda başarılı olanlar 2802 Sayılı kanuna göre Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından mesleğe kabul edilir ve atanırlar.
NOTERLİK:
Noter olabilmek için ise, Adalet Bakanlığı tarafından verilen 1 yıllık staj süresinin başarıyla tamamlanması zorunludur. (1512 Sayılı Noterlik Kanunu m.14-15)
PROGRAMIN AMACI:
Hukuk programının amacı, toplumda bireylerin birbirleri ile ve devletle veya devletlerin birbirleriyle ilişkilerini düzenleyen yasaların uygulanması sırasında ortaya çıkacak anlaşmazlıkların çözümü konusunda çalışacak hukukçuları yetiştirmek ve bu alanda araştırma yapmaktır.  
HUKUK EĞİTİMİNDE KARŞILAŞILAN SORUNLAR VE ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
Eğitimde karşılaşılan sorunları sistematiksel açıdan ele almak gerekirse sorunları şu başlıklar altında ele almak mümkündür:
1.Öğrenci
2.Öğretim üyeleri
3.Üniversiteler (devlet üniversiteleri ve vakıf üniversiteleri)
4.Sınavlar
5.Eğitim Süresi
1.ÖĞRENCİ
- Hukuk fakültesine girmek isteyenler hukukun, sorumluluğu çok fazla olan bir meslek alanı olduğunu,” sürekli çalışma, okuma ve araştırma gerektirdiğini öncelikle kabul etmelidirler.” Sabır ve anlayış da bu alanda başarı için gerekli niteliklerdir.
ELEŞTİRİ:  Hukuk eğitimi sadece derslere girip sınavların geçildiği ve bu şekilde mezun olunulan bir program şeklinde düşünülmemelidir. Hukuk eğitimi alan bir öğrencinin bunlarla sınırlı kalmayarak sürekli kendini geliştirmesi ve farklılığını ortaya koyabilmesi gerekir.
HUKUK ÖĞRENCİSİ KENDİSİNİ NASIL GELİŞTİREBİLİR?
A)    Hukuk ile ilgili toplantı, panel, seminer, vs. gibi etkinliklere katılabilirler.(Üniversitemizde birçok hukukla ilgili toplantılar zaten gerçekleştirilmektedir.)
B)     İstanbul Barosunun çıkardığı baro dergilerini adliyelerden ücretsiz temin edebilir ve bu dergilerle hukuku güncel olarak takip edebilirsiniz.( Çeşitli aylık hukuk dergileri de olabilir.)
C)     Tatillerde, hukuk mesleğini yakından tanımak adına bir hukukçunun yanında staj yapabilirler.
D)    Bir konu hakkında yeterli bir bilgiye sahip olduğunuzda o konu hakkında makale yazıp hukuka katkı sağlayabilirsiniz.
ÖNERİ: Üniversitemizde farazi dava yarışmaları düzenlenebilir. Nitekim, bazı üniversitelerde farazi dava yarışmaları düzenlenmektedir.(Örnek: Maltepe Üniversitesi, Fatih Üniversitesi gibi) Bu durumun öğrencileri geliştireceğine şüphe yoktur.
SONUÇ: Hukuk eğitiminde kalitenin sağlanabilmesi aynı zamanda hukuk öğrencisinin kendisini geliştirmesine bağlıdır. Bugün, burada birtakım eleştirilerde bulunabiliyorsak bunun sorumlularından birisi de öğrencidir.
2.ÖĞRETİM ÜYELERİ
Hukuk eğitimde çoğunlukla başvurulan yöntem anlatım tarzındadır. Çok sık karşılaşılan bu uygulama öğrenciyi pasif hale sokmaktadır.
Bu nedenle aktarılan bilgi ne kadar güzel bir biçimde sunulsa da, hukuksal sorunlarla sunulmadığı takdirde, neden ve niçin öğrenildiği anlaşılmadan kalıcı olamamaktadır.
Özellikle devlet üniversitelerinde öğrenci soru sormadan, tartışmadan mezun olabilmektedir. Bunun nedenlerinden biriside,  hukuk fakültelerinde öğrenci sayısının fakültenin hem fiziki hem de öğretim kadrosunun çok üzerinde olmasıdır. (Bu konu ayrıca ele alınacaktır.)
İDEAL ÖĞRETİM ÜYESİ NASIL OLMALI?
A-Her şeyden önce  “tarafsız” olmalıdır. Olaylara objektif bakış açısı ile bakan hukukçuların yetiştirilmesini sağlamalıdır. “Çünkü bir hukukçuyu hukukçu yapan, tarafsızlığıdır.”
B-Eğitimi aktif hale getirerek eğitim kalitesini ve öğrenicinin öğrenme etkinliğini arttırmalıdır.
C-Hukuk öğretimi içerik ve yöntem bakımından tek yönlülükten kurtarılmalı, Avrupa hukukunun temelleri öğrencilere öğretilmelidir.
D-Kendine öz güveni yüksek hukukçular yetiştirmelidir, bu ise öğrencinin derse aktif olarak katılımının sağlanması ile olur.
E-Bir ders kolay da olsa zor da olsa o dersi sevdiren dersin hocasıdır. Bu nedenle öğretim üyesi ders anlatırken öğrencinin derse ilgisini çekebilecek şekilde dersin işlemesine özen göstermelidir.
ÖNERİ: “Dokuz Eylül Üniversitesi Hukuk Fakültesi” Aktif eğitim sistemini uygulamaktadır. Bu sistem sayesinde öğrenciler;
- pasif eğitimin olumsuzluklarından uzaklaştırılmakta,
- özgüveni yüksek hukukçular yetiştirmekte,
- olaylara eleştirel bakış açısıyla bakabilmeyi öğrenebilmekte,
-Kendilerini ifade edebilme, düşünme ve araştırma gibi niteliklere sahip olabilmektedirler.
Bu nedenlerle üniversitemizde aktif eğitim sistemine geçilmesi yönünde çalışmalar yapılabilir.
3.ÜNİVERSİTELER
Devlet ve Vakıf Üniversiteleri bünyesinde faaliyet gösteren kurulup da henüz öğrenci kabul etmeyenlerle birlikte Hukuk Fakültelerinin sayısı 50’yi geçmiş bulunmaktadır.
Hukuk Fakültelerinin artması öğrenci sayısını da arttırmakta ancak öğretim üyesi sayısını arttırmaya yetmemektedir.
Mezunların başarı oranlarının düşük olduğu yargıç sınavları,  hukuk fakültelerimizin ortalamasını ortaya koyuyor, yargıç/savcı eksiğimiz giderilemiyor, avukat sayımız ise hızla artıyor.
Öğretim yılı                        2009-2010                                      2010-2011
Akademik üye                       605                                                      727
Öğretim Görevlisi                 669                                                      701
ÖSYM’den alınan bu tablo, hukuk fakültelerinin kadrolarının çok zayıf olduğunu açıkça gösteriyor. Önlem alınması kaçınılmazdır.
VAKIF ÜNİVERSİTELERİNİN DURUMU: Ülkemizde son yıllarda vakıf üniversitelerinin sayısında önemli sayılabilecek bir artış olmuştur. Bu sevindirici ve desteklenmesi gereken bir şeydir. Ancak, bazı vakıf üniversitelerinin puanı son derece düşüktür. Bu sayede,  puanı hiçbir devlet üniversitesine yetmeyen öğrencilerin hukuk fakültesine girebildikleri görülmektedir. Burada yapılması gereken vakıf üniversiteleri için asgari bir puan belirlenmeli ve bu puanı alamayan öğrenciler hiçbir hukuk fakültesine girememelidirler.
Unutmamak gerekir ki eğitim kalitesinin yükseltilmesi öğrencinin kapasitesiyle doğru orantılıdır. Bir fakültenin hocaları ne kadar kaliteli, sahip olduğu imkânlar ne kadar geniş olursa olsun, öğrenci seviyesi düşükse istenilen başarı elde edilemeyecektir.
ELEŞTİRİ: Vakıf Üniversitelerinde okuyan öğrenciler genellikle bir çok önyargıya maruz bırakılmaktadır. Oysa ki Hukuk Eğitiminin Hangi Üniversite de verildiğinin bir önemi yoktur. Önemli olan hukuk eğitiminde kalitenin sağlanmasıdır. Nitelikli hukukçular yetiştirmektir. Tartışılması gereken Devlet-Vakıf Üniversitesi ayrımı değil verilen eğitimin ne şekilde verildiğidir. Yoksa en kötü Avukat devlet üniversitesinde çıkabileceği gibi en başarılı Avukat Vakıf üniversitesinden de çıkmış olabilir.
Vakıf Üniversitesinde okuyan öğrenciler olarak bizlere düşen görev farklılığımızı ortaya koymak olmalıdır. Haksız eleştirilere karşı verilebilecek en güzel yanıt başarılarımızla gündeme gelmektir. Bu temel nitelik ise bizlerin daha çok çalışması gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır.
Sonuç olarak, vakıf üniversitelerinin varlığı gereklidir, ancak bu üniversitelerin sayısı yeterli/makul bir oranda tutulmalıdır. Bu üniversitelere öğrenci alımı bu kadar kolay olmamalı öğrenci kalitesinden ödün verilmemelidir.


DEVLET ÜNİVERSİTELERİNİN DURUMU: Devlet üniversitelerinde eğitimi kalitesiz kılan nedenlerden birisi de öğrenci sayısının oldukça fazla olmasıdır.
800-900 kişilik sınıflarda verilen bir eğitimde öğrenci ile öğretim üyesi arasında nasıl etkili iletişim kurulacaktır?
Bilgi alış-verişi ne şekilde sağlanacaktır?
Kapasitenin üstünde öğrenci alımı hakim-savcı eksiğimizi giderecek mi?
Öğrencinin aktif derse katılımı sağlanabilecek mi?
Bu soruların öncelikle yanıtlanması gerekir.
Son zamanlarda vakıf üniversitelerinin artış göstermesi ve olanaklarının devlet üniversitelerine nazaran fazla oluşu devlet üniversitelerine olan talebi azaltmıştır. Ancak tüm buna rağmen hukuk fakültelerinde kontenjanlar boş kalmamaktadır. Bunun en temel nedeni, meslek garantisi olan bölüm şeklinde düşünülmesidir.
4.SINAVLAR:
Sınav yapılmasının amacı öğrencinin bilgi ve becerisini ölçmektir. Sınavlar genellikle üç şekilde yapılmaktadır;
*Yazılı
*Sözlü
*Test
Hukuk eğitiminde genellikle tercih edilen usul yazılı sınav usulüdür. Bu usulün tercih edilme nedenleri arasında öğrencinin kopya çekmesinin zorluğu, hazırlama süresinin kısa olması ve öğrenci açısından bakıldığında düzgün ifade kullanımına özen gösterilmesinin sağlanması gibi nedenler yer almaktadır.
Bu usulün bir takım dezavantajları vardır;
*Puanlama güvenirliğinin düşük olması
*Değerlendirme süresinin uzun olması
*Değerlendirmenin objektifliğinin düşük olması
Sözlü sınavlara bakıldığında, eğitimde bu sınav tarzına yer verilmesinin önemi öğrencinin kendisini ifade etme aşamasına katkı sağlayacağına olan etkisidir. Bu nedenle hukuk eğitiminde bu tarz sınava yer verilmesi önemli ve gereklidir.
Test usulünde ise kopya çekilme olasılığı yüksektir. Diğer sınavlara nazaran maliyetlidir. Ancak bunun yanı sıra avantajlı durumları da vardır. Bir kere puanlama güvenilirliği çok yüksektir. uygulama süresi kısadır. Değerlendirme süresi kısadır.
Burada değinilmesi gereken husus, sınavlar ne çok kolay ne de çok zor olmalıdır. Sınavlar genellikle sınıfın yarısının yapabileceği zorlukta olmalıdır.
5.EĞİTİM SÜRESİ:
Hukuk eğitiminde değinilmesi gereken bir başka husus lisans eğitiminin 4 yıllık bir süre içerisinde tamamlanmasıdır.
Yabancı ülkelerde hukuk eğitimi süresi 3 ile 6 yıl arasında değişmektedir. Amerika Birleşik Devletleri gibi hukuk öncesi genel kollej eğitimini kabul etmiş olan ülkelerde hukuk eğitimi genellikle 3 yıl devam etmektedir. Fransa’da 4 yıllık hukuk tahsili esası kabul edilmiştir. İtalya’da hukuk eğitimi 5 yıl sürer. Meksika’da 5 ve 6 yıllık hukuk eğitimi veren hukuk fakülteleri vardır. Fakat hukuk fakültelerinin çoğu 4 yıllıktır.
Günümüzde ki tartışmalara bakıldığında hukuk eğitiminin 5 yıla çıkarılması yönünde görüşlere rastlanır. Ancak bunun aksini savunanlarda mevcuttur.
 Bir görüşe göre lisans eğitiminin 5 yıla çıkarılması yerine ders saatlerinin arttırılması gerektiği öne sürülür. Ancak bu görüş yerinde değildir. Çünkü zaten verilen haftalık ders saatleri yaklaşık olarak 23 ile 25 saat arası değişmektedir. Bu uygulama hayata geçirildiğinde öğrencilerin ders haricinde kalan vakitlerini sadece ders çalışma ve ödevlere ayırması gerekecektir. Ayrıca öğrencilerin çalışma verimi düşecek ve yoğun ders temposu nedeniyle anlatılmaya çalışılan konuları anlamakta güçlük çekeceklerdir.
Bir başka fikre göre, ders saatinin artırılmaya çalışılması yerine ders saatleri azaltılmalı ve eğitim süresi uzatılmalıdır. Böylelikle verilecek eğitimden maksimum fayda sağlanmış olacaktır.
Bizce, Hukuk Fakültelerinde ilk 3 yıl zorunlu dersler okutulmalı devamında ise seçecekleri mesleğe göre eğitim süresi belirlenmelidir. Ancak şüphe yoktur ki, hukuk eğitiminin 4 yıl olması kesinlikle bu bölüm için yetersizdir.


SİZLERİN ELEŞTİRİLERİ
Sorular,
1.Hukuk eğitimindeki sorunlar nedir?
2.Olması gereken nedir?
3.Hukuk Fakültesini isteyerek mi okuyorsunuz?
Yanıtlar:
*Ezberci eğitim sistemine maruz bırakılmamız
*pratik çalışmaların azlığı
*sınavların birçok haftaya yayılması ve sınav haftasının olmaması
*Hukuk metodolojisi dersinin zorunlu olarak okutulmaması
*Sistemin öğrenciyi pasif hale sokması
*Hukuk eğitimiyle alakalı olmasa da yoklama alınması
*Yabancı dil eğitimine önem verilmemesi

Hukuk Öğrencisi Olmak Böyle Bir şey :)



1.Günlerce ders çalışmak, ezber yapmak için sabahlama..
sosyal ortamlardan uzakta olma..
yaptığı seçimden pişman olma..
kalma korkusu, aile baskısı ile başbaşa olma...

2.çoğu okul zamanlarında depresyona giren kişilerdir. kendi ağızlarından duyulmuştur.
3.tıp öğrencisi olmaya benzeyen durum olsa gerektir. gençliğinden vazgeçmektir.
4.genelde okuldan dört yılda mezun olamayacak olan öğrencidir. devam zorunluluğu da yoksa bütün öğrencilik hayatı sağdan soldan ders notu toplamakla geçer. aslında okulu bitirmenin çok da zor bir iş olmadığını, mezuniyetten sonraki staj süresi boyunca sürünürken idrak edecektir.
5.abartılmaması gereken durumdur.
6.geleceğin hakim'i savcı'sı avukat'ı olmaktır.
7.anayasa hukuku dersinden kalan hukuk öğrencileri, sırf seneye müfredat değişmesin diye referandumda "hayır" oyu kullanacaklarını açıkladılar...
8.hukuk öğrencisi olmak yada olmamak... işte bütün mesele bu.
9.bütünlemelerin hayatının bir parçası olmasıdır.
10.final sınavları yaklaştığı zaman geceleri sabaha kadar ders çalışmaya mahkum olmaktır.
11.kalınlığı 55 cm'yi bulan kitaplarla iett otobüslerinde, tramvaylarda harap olmaktır.
eğer aynı gün içinde ceza hukuku ve borçlar hukuku dersleriniz varsa, bavulla okula gelmek farz olmuştur artık.
ceza kanunu: 11 cm
ceza hukuku kitabı: 8cm
borçlar kanunu: 6cm
borçlar hukuku kitabı: 16cm
ve sonuç 41 cm'lik ve ağırlığı 4-5 kilo olması muhtemel tuğla gibi kitaplar. ve evinizle okul arasında tramvay ve otobüs mesafesi varsa ve ders çıkış saatleriniz 6-8 arasıysa, kol kası yapmaya hazır olun. 
size acıyan iett yolcularından, verin kitabınızı taşıyayım isterseniz, sorularıyla karşılaşabilirsiniz.
elinizdeki kocaman ceza kanunu herkesin dikkatini çekebilir ve bir sürü soruya maruz kalabilirsiniz. 
hatta bir gün metrobüste, çağlayan adliyesine giden bir yaşlı amcayla karşılaşabilir, 2. sınıf öğrencisi olduğunuzu, icra hakkında hiçbir fikre sahip olmadığınızı anlatmanıza rağmen; amca tarafından sürekli sorulara maruz kalarak amcanın 100 lira için icraya verildiğine şaşırıp üzülebilirsiniz.
kısacası zordur hukuk öğrencisi olmak. he bir de; tekerlekli valiz şart.



nOT:bu tanımlamaların tümü uludağsözlük sitesinden alınmıştır.







25 Ocak 2012 Çarşamba

Vurulduk Ey Halkım Unutma Bizi...


  • Türk vatandaşı ; isviçre medeni kanunua göre evlenen,italyan ceza yasasına göre cezalandırılan,alman ceza mahkemeleri usulü yasasına göre yargılanan,fransız idare hukukuna göre idare edilen ve islam hukukuna göre gömülen kişidir.


  • Bir gün mezarlarımızda güller açacak ey halkım, unutma bizi...Bir gün sesimiz, hepinizin kulaklarında yankılanacak ey halkım, unutma bizi.



  • Kimi ölüler bize ne kadar yakın Yaşayanların birçoğu ne kadar da ölü.
  • Uğur MUMCU

    Edit: Ölümünün 19.yılında saygıyla anmış olduğumuz Mumcu'nun failleri söz verilmesine rağmen bulunamamıştır.Bu Türkiye'nin en büyük ayıplarından birisidir.Uğur MUMCU, Hrant DİNK cinayeti gibi bu ülkenin kanayan bir yarasıdır.Failler bulunmadıkça bu yara kanamaya devam edecektir.Saygı ve özlem ile anıyoruz.
    Sinem Saçkan

    21 Ocak 2012 Cumartesi

    Asla Unutmayacağız ve Unutturmayacağız!

    Milli Eğitim Bakanlığı Orta Öğretim Genel Müdürlüğü, 81 ilin Milli Eğitim Müdürlüklerine gönderdiği genelge ile 19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı törenlerinde yürüyüş ve gösterilere yer verilmemesini, kutlamaların okul içinde yapılmasını istedi. Milli Eğitim Bakanı Ömer Dinçer adına gönderilen yazıda,  kanun ve yönetmelikte, kutlamaların öğrencilerin katılımıyla yapılacağına dair bir hükmün bulunmadığına işaret edilerek;  "Kutlama törenlerinin hazırlık döneminin mevsim olarak soğuk bir zamana denk gelmesi nedeniyle sağlık sorunlarına yol açmasına, çalışma süresinin uzun olması nedeniyle öğrencilerin derslere ilgisinin azalmasına, motivasyonlarının düşmesine, gönüllü olmayan öğrenci velilerinin okullarla olan ilişkilerinin bozulmasına sebep olduğu yönünde duyumlar alınmaktadır." denildi.

    Bilindiği gibi 652 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile 3797 Sayılı Milli Eğitim Bakanlığı”nın Teşkilat ve Görevleri Hakkındaki Kanun”un Milli Eğitim Bakanlığı”nın görevlerini düzenleyen 2. Maddesinde değişiklik yapılarak; “Atatürk İnkılap ve İlkelerine, Türk Milletinin milli, ahlaki, manevi, tarihi ve kültürel değerlerini benimseyen,koruyan ve geliştiren,demokratik,laik sosyal bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti”ne karşı görev ve sorumluluklarını bilen ve bunları davranış haline getirmiş vatandaş yetiştirme ve programları buna göre yürütme ve takip yükümlülüğü” kaldırılmıştı. Yeni düzenleme ile de öğrencilerin; ”… küresel düzeyde rekabet gücüne sahip ekonomik sistemin gerektirdiği bilgi ve becerilerle donatarak…” geleceğe hazırlanmasının amaçlandığı belirtilmişti.

    Türk milli Eğitiminin Temel Amaçlarında yeni kuşakların Atatürk ilke ve devrimleri doğrultusunda çağdaş, demokratik, laik bir anlayışla yetiştirilmesi öngörülürken, ülkenin eğitim politikasında kökten bir değişikliğe gidilerek bu temel anlayıştan vazgeçildiği görülmektedir.

    29 Ekim Cumhuriyet Bayramı törenlerinin Van depremi bahanesiyle ertelenmesi, Mustafa Kemal Paşa’nın Ankara’ya ilk geliş tarihi olan 27 Aralık 1919’un yıl dönümlerinde yapılması gelenekselleşmiş törenlerin Ankara Valiliğince trafik yoğunluğu nedeniyle kısıtlanması göz önüne alındığında yaşananların tesadüf ve iyi niyetle izahı zorlaşmaktadır.

    19 Mayıs 1919 emperyalizme karşı Milli Mücadelenin; 23 Nisan 1920 Milli Mücadele’yi yürütecek yasama organının, 29 Ekim 1923 zaferden sonra tercih edilen demokratik rejimin başlangıç tarihleri olması açısından simgesel önem taşımaktadır.

    Milli Eğitimin temel amaçlarında ve törenlere ilişkin düzenlemelerdeki değişiklikler Türkiye Cumhuriyeti”nin kuruluş felsefesi ve kurucu değerleriyle, geçerliliğini bu gün de sürdürmesi gereken temel demokratik yönelimleri ile kesin bir hesaplaşma içine girildiği kuşkusunu doğurmaktadır.

    Siyasi iktidar temsilcilerinin beyanları, Atatürk”le ilgili değerlendirmeleri, milletimizin ortak değerleri olan ulusal günleri küçümseyici, değersizleştirici yaklaşımları bu türden kuşkuları artırmakta ve haklı kılmaktadır.   
    Kimi ABD ve AB yetkililerinin Türkiye’nin devlet politikasında ve toplumsal yaşam biçiminde Atatürk’ü ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini terk etme zamanın geldiğine ilişkin tavsiyeleri kamuoyunun belleğinden silinmemiştir. Son dönemde yaşananlar ve bu doğrultudaki dönüşümler dıştan gelen tavsiyelerin önemsendiğini göstermektedir.

    Gelecek kuşakların Mustafa Kemal Atatürk”ü milli kurtuluşun önderi, geçmiş ve geleceğin birleştirici değeri olarak görmemesi, laik, demokratik, çağdaş rejimin felsefi kaynağı kabul etmemesi için Türk Milli Eğitiminin temel yönelimleri, eğitim programları temelden değiştirilmektedir.

    Emperyalizmin paylaşım, bölüşüm aşamasına getirdikleri bir coğrafyayı vatanlaştıran, sürüleştirmek istedikleri bir topluluğu uluslaştıran kurtuluş önderini hala affetmediği anlaşılmaktadır. Milli Kurtuluş Savaşı’nın ve ardından gelen Cumhuriyet’in değerlerini içine sindirememiş, kabullenememiş bir anlayışın da içerde rövanş psikolojisiyle davrandığı görülmektedir.

    Yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen Atatürk’ün en büyük eserim dediği ‘Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar kuruluş felsefesi doğrultusunda yaşayacağından kimsenin kuşkusu olmamalıdır. Türk ulusunun Cumhuriyet’in kazanımlarını koruma kararlılığı ve bilinci bu türden tasfiyeci anlayışları da etkisiz kılacaktır.

    İstanbul Barosu Türk ulusunun topyekûn savaşımıyla kurulan Cumhuriyet”in, laikliğin, demokrasinin ve çağdaş değerlerin savunucusu olmaya devam edeceğini, her 19 Mayısı 1919 heyecanıyla kutlayacağını kamuoyuna saygıyla duyurur.

                    İSTANBUL BAROSU BAŞKANLIĞI

    9 Ocak 2012 Pazartesi

    Hukuk Önünde Herkes Eşittir Aldatmacası (Can ATAKLI)

    Sevgili okurlar; yılın ilk haftasında, yılın bitmesine iki gün kala yaşadığımız Uludere trajedisinin kâbusunu üzerimizden atamadan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un “terör örgütü lideri” sıfatı kullanılarak tutuklanması ile sarsıldık. Sarsılmak kelimesini tutuklanma fiilinden ötürü değil; dolaylı yoldan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terör örgütü olduğu gibi garip bir durumun ortaya çıkmasından ötürü kullanıyorum.

    Samimi değiller

    Başbuğ’un tutuklanması ile birlikte, son 4 yılda artık kulağımızın iyice alıştığı “hukuk önünde herkes eşittir” klişesinin yine bolca kullanıldığına tanık olduk. “Hukuk önünde herkes eşittir” ilkesi elbette demokratik ülkelerin vazgeçilmez unsurudur, Türkiye’de ise intikam hırsıyla yanıp tutuşanların sarıldığı sihirli bir aldatmaca sözcüğünden öte bir şey değil. Bu sözü söyleyenler asla samimi değil.

    Herkes ne kadar duyarlı

    Yine Başbuğ’un tutuklanmasından sonra aynı çizgideki bir başka aldatmaca cümlesi daha devreye girdi. “Suçluluğu kanıtlanıncaya kadar herkes masumdur.” Son derece duyarlı olan ve kendilerine demokrat diyen çevreler sevinçten aşağı sarkan dudaklarını ve pis pis bakan gözlerini saklamaya çalışarak adalet duygusuna ne kadar sahip olduklarını kanıtlamak için hemen bu aldatmacanın arkasına sığındılar.

    Yargılamayı bekleyelim

    Bir diğer aldatmaca klişesi de şu; “Yargıya karışmayalım, yargının kararını bekleyelim.” Hani hepsi çok duyarlı, demokrasi, hukuk ve adaletten yana ya, mahkeme kararını bekleyecekler. Mahkemeler de delillere bakacak, savunmaları alacak, sonra adaletin tecelli etmesini sağlayacak. İnsana en çok dokunan da bu aldatmaca cümlesini yüzünüze baka baka söyleyebilmeleri. Ahlak, vicdan, namus kalmayınca böyle oluyor demek.

    Gerçek bu değil

    Bu aldatmacalar aslında başarıya ulaştı. Neredeyse yüz koldan psikolojik savaş taktikleri uygulayan iktidar ve yandaşı medya yıllardır öyle bir beyin yıkama stratejisi uyguladı ki, zavallı halkın bir bölümü bu yalanların etkisi altında kendi ülkesine, kendi askerine, kendi aydınına, kendi gazetecisine, kendi sanatçısına ve kendi tarihine düşman oldu. Büyük bir kitle ise ne olduğunun farkında olmadan hayretler içerisinde.

    Hukuk: Hapse at unut

    Oysa gerçek farklı; “hukuk önünde herkes eşit, yargı kararını verecek” gibi aldatmacalarla halk uyutulurken, aslında iktidarın rahatsız olduğu, muhalefet olarak gördüğü, tehdit olarak algıladığı herkes hukuk adına hapse atılıyor ve sonra da içerde unutuluyor. Şu anda tamamen “intikam duyguları” ve “burnunu sürtme” amacıyla hapse atılan yüzlerce kişinin çoğu işlediği suçun ne olduğunu bile bilmiyor.

    Büyük hesaplaşma

    Türkiye değişim adı altında aslında dönüştürülüyor. İktidarın çekirdek zihniyeti gerçekten çok büyük aşama kaydetti. Yargı, ordu, üniversiteler, medya, iş dünyası ve hatta sanat çevreleri bu büyük dönüşümün kurbanı oldu. Eksik kalan, bu dönüşümü “anayasal” hale getirmektir. Ancak iktidar zihniyetinin bunun için sayısal çoğunluğu henüz yok. O nedenle anayasa bir sonraki aşamaya kaldı.

    Operasyonlar sürer

    Çoğu kişi, bir eski genelkurmay başkanının da tutuklanması ile, dönüşüm için gerekli olan bu karalama, itibarsızlaştırma, aşağılama operasyonlarının da biteceğini düşünebilir. Oysa bana göre durum tam tersi. Bana sanki bütün bunlar asıl şimdi başlıyormuş gibi geliyor. Şu ana kadar olanlar altyapıyı oluşturdu, iktidar ve yandaşlarına güven verdi, şimdi sıra anayasal durumu oluşturacak büyük hamlede.

    Sırada yüksek yargı olabilir

    Her ne kadar yargı tamamen iktidar kontrolüne sokulmuş olsa da, bu alandaki psikolojik baskı henüz bitmedi. Eski bir genelkurmay başkanını tutuklama şokunu yaşattıktan sonra şimdi sıranın Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’ne geldiği söylenebilir. Başbakanı yargılayabilecek bir kurumun üyelerinden hiç olmazsa birinin tutuklanması da “demokrasinin zaferi!” olarak sunulabilecektir.

    Yargıtay ve diğerleri

    Yüksek yargıdaki hedeflerden birinin de Yargıtay olması mümkündür. AKP’ye kapatma davası açan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı için zaten bir süredir karalama kampanyası sürdürülüyor. “Yeni Türkiye demokrasisi” bir ilke daha imza atarak bir operasyonu da Yargıtay’da yapabilir. Ondan sonrası artık kolaydır. “Dokunulmaz” olan her şeye “dokunulduğu” için sıra kime gelirse gelsin, şaşıran olmayacaktır artık.

    Tepkisizleştirilen toplum

    Tabii tüm bunların altında az önce de değindiğim gibi psikolojik savaş taktiklerinin uygulanması ve milyonların bir beyin yıkama operasyonuna tabi tutulması yatıyor. Toplum her şeyden korkar hale getirilerek etkisizleştirildi. Artık çok şaşırsa bile kimse tepki gösteremiyor. Sokaktaki ayakkabı boyacısı bile biriyle konuşurken telefonunu kıçının altındaki minderin içine saklıyorsa, varın siz düşünün artık.

    Görev muhalefette

    Gelinen noktada medyanın, aydınların, akademisyenlerin hiçbir gücü kalmamıştır. Hiç kimse kılını kıpırdatamıyor. Başını biraz kaldıranlar vicdansızca, insafsızca kırılıyor. Hapse atılmayan işinden atılıyor, işinden atılmayan sessizleştiriliyor. Sivil toplum kuruluşları ise artık yok hükmünde. Bu durumda ayakta durabilecek tek güç muhalefet partileridir. Artık bunun bilincinde olmalılar.


    bknz: http://www.hukukihaber.net/hukuk-onunde-herkes-esittir-aldatmacasi--makale,2437.html

    4 Ocak 2012 Çarşamba

    Yeşil Anayasa Önerisi


    Türkiye’nin çeşitli bölgelerinden bilim insanı, hukukçu, aktivist ve siyasetçiler tarafından oluşturulan Ekolojik Anayasa Girişimi, yeni Anayasa’da olmasını talep ettiği maddeleri bugün TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’na sundu.
    Ekolojik Anayasa Girişimi temsilcileri komisyona sundukları önerilerde temel olarak anayasanın, doğaya hükmetmeye çalışan insanı değil, Doğa’yı hak öznesi olarak tanıması gerektiğini ifade etti.
    Ekolojik Anayasa Girişimi Çağrıcılarından, Yeşiller Partisi Üyesi Mahmut Boynudelik, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği Üyesi Oya Ayman, Çevre Avukatı Mehmet Horuş ve CHP Milletvekili Melda Onur’dan oluşan heyet, önerdikleri anayasa metninde, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Doğa ’nın ve onun bir parçası olan insanın haklarına dayanan, demokratik, laik, ekolojik ve sosyal bir hukuk devletidir” ibaresinin yer almasını talep ettiler. 
    Sunulan Ekolojik Anayasa dünyayı gelecek kuşaklardan emanet aldığımız bilinciyle, doğayla uyum içinde yaşamanın esas alındığı; su, hava, gen, tohum gibi doğal unsurlar için doğal kaynak değil doğal varlık nitelendirmesinin benimsendiği, doğada olası zararlara yol açabilecek faaliyetlerde ihtiyatlılık ilkesinin benimsendiği, kamu yararında doğal dengelerin gözetildiği, yabani ve evcil hayvan haklarının güvence altına alındığı, sağlıklı su ve gıdaya ulaşım hakkının benimsendiği hukuksal düzenlemeler öneriyor.
    Ekolojik Anayasa Girişimi Anayasa’da yer alan ve sağlıklı bir çevrede yaşamanın en doğal yaşam hakkı olduğuna ilişkin 56. maddenin önemine dikkat çekerek bu maddenin “Sağlıklı bir çevrede ve Doğa’da yaşamak bütün canlıların hakkıdır. Devlet ve vatandaşlar gelecek kuşaklar adına doğal varlıkların emanetçisidir. Doğayı korumak devletin ve vatandaşların görevidir” şeklinde geliştirilmesini ve ‘sürdürülebilir kalkınma’ ifadesinin, kalkınmayı öne çıkardığı ve doğayı feda ettiği gerekçesiyle yeni anayasada bulunmaması gerektiğini vurguladı.
    Ekolojik Anayasa Girişimi üyelerini dinleyen komisyon üyeleri de 56. maddenin gerisinde kalmanın söz konusu olamayacağını belirterek emanetçilik kavramının önemine dikkat çektiler.
    Komisyon üyeleri ayrıca yeni anayasanın “TC’nin demokratik, laik, sosyal ve ekolojik bir hukuk devleti” tabirini taşımasına sıcak bakabileceklerini ancak ekolojik kelimesinin daha anlaşılır ve Türkçe bir karşılığının bulunmasının uygun olabileceğini belirttiler.