31 Ocak 2013 Perşembe

GEÇMİŞ GAZETEDEN SEÇMELER

Kupürü büyütmek için tıklayın

(2000) Türkiye, 2000'e yakışan yeni bir Medeni Kanun'la yüzyıla merhaba diyor. Kadın erkek eşitliğini sağlayan çok önemli değişiklikler içeren yeni Medeni Kanun, TBMM'ye sunuldu
1 Ocak 2000 Hürriyet 

30 Ocak 2013 Çarşamba

ADLİ TATİL TARİH OLUYOR

METİN ÇOLAK İSTANBUL 

Türkiye’deki tüm adliyelerde aynı anda uygulanan ‘adli yargı yılı tatili’ tarihe karışıyor. Yargı birimlerinde yıllık ara verme uygulaması Anayasa Mahkemesi’nin 2012/108 sayılı kararıyla iptal edildi.
 
Geçtiğimiz yıl 18 Temmuz’da verilen karar, 1 Ocak 2013’te Resmi Gazete’de yayımlandı. İptal kararları Anayasa’ya göre Resmi Gazete’de yayımlandıktan 6 ay sonra yürürlüğe giriyor. Dolayısıyla 1 Temmuz 2013 tarihine kadar adli yargı tatilini düzenleyen yeni bir kanun çıkarılmazsa her yıl 21 Temmuz ile 31 Ağustos arasında yapılan uygulama 2013’ten itibaren olmayacak.

Bakanlar Kurulu’nca 2011’de Adalet Ba-kanlığı’nın teşkilat ve görevleri hakkında kanun hükmünde kararnamede değişiklik yapılmıştı. Danıştay, Sayıştay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi, Uyuşmazlık Mahkemesi, Bölge İdare Mahkemeleri, cumhuriyet savcıları ve ceza işlerini gören personelin 21 Temmuz ile 31 Ağustos arasında adli yargı yılı tatili yapması düzenlenmişti. Söz konusu kanun hükmünde kararnameyi inceleyen Anayasa Mahkemesi 18 Temmuz 2012 günü yapılan değişiklikleri iptal etti. İptal öncesinde adli yargı yılı tatilinde çalışacak personelin seçimleri ocak ayı içinde yapılıyordu. Anayasa Mahkemesi’ndeki gelişmenin ardından, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tüm cumhuriyet savcılarına, Adalet Komisyonu Başkanlıkları ve Bölge İdare Mahkemeleri’ne yazı gönderdi. 17 Ocak 2013 tarihli yazıda, adli tatilde çalışacak personelle ilgili toplantının yapılmasına gerek olmadığının altı çizildi. ‘Adli yargı yılı tatili’ uygulamasının iptaliyle, dosya birikiminin önüne geçilmesinin sağlanması bekleniyor. Ayrıca belirli bir günde tatil yapmak zorunda kalan personelin de yıl içinde istedikleri zaman zarfında tatil hakkına sahip olması imkanı doğuyor.


Kaynak: ZAMAN

29 Ocak 2013 Salı

HUKUKİ YORUM'DAN FİLM ÖNERİSİ

Uzun Hikaye




Bulgar Ali küçük yaşta yetim kaldıktan sonra Pehlivan dedesi Süleyman ile Bulgaristan'dan Türkiye'ye gelen bir Balkan göçmenidir. Ali'yi dedesi mert ve eşitliğe inanan bir insan olarak büyütür. Delikanlılık yıllarında aşık olduğu Münire'yi ailesi ona vermeyince kaçıran Ali'nin hayatı bundan sonra sevdiği kadınla birlikte tren istasyonlarını arasında kasaba kasaba gezip, nerede tutunabilirse orada yaşayarak geçer. Bu arada Mustafa adında bir de oğulları olur.
Fakat geçimini daktilo bilgisi, katiplik, muhasebe kaydı tutma gibi işlerle kazanan Sosyalist lakaplı Ali haksızlığa katlanamayan kişiliği nedeniyle, en basit eşitlik istediği kasabadan dahi bencil ve çıkarcı insanların kumpası nedeniyle kovulur. Bu arada Mustafa da büyümekte ve kendi hikayesini oluşturmanın peşindedir...
1940'lı yıllardan başlayarak 70'li yıllara kadar uzanan öyküsü ile hem hüzünlü, hem de neşeli ve heyecanlı bir film olan Uzun Hikaye'nin yapımcılığını ve yönetmenliğini Osman Sınav üstlenirken, senaryo Yiğit Güralp'e ait.
Edebiyat dünyasının tanınmış isimlerinden Mustafa Kutlu'nun aynı adlı eserinin sinemaya uyarlanması olan filmin başrolünü Kenan İmirzalıoğlu üstlenirken kadroda kendisine Tuğçe Kazaz, Ushan Çakır, Altan Erkekli, Güven Kıraç, Zafer Algöz ve Cihat Tamer gibi önemli isimler eşlik ediyor...

26 Ocak 2013 Cumartesi

NAZIM'IN HİKMET'İ




SİNEM SAÇKAN

“Güzel yüzlü şair, mavi gözlü dev”  diye bahsedilir ondan… Rüzgâra karşı yürüyen adamdır, ebediyen de rüzgâra karşı yürüyüşü devam edecektir.
Nazım Hikmet ile tanışmam ortaokul yıllarıma denk gelir. Kısa boylu, iri yapılı,  pek de şişman olmayan bir edebiyat hocamız vardı. Dersin başlarında, “sizlere Nazım Hikmet’ten bir dize okuyacağım.” demişti. O yıllar şiire pek merakımın olmadığı yıllardı. Hocamız, oldukça eski bir kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Derin bir nefes alıp başladı okumaya,
“…Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, toprak kokuyor bakır sakallarımız! Neş’emiz sıcak! Kan kadar sıcak, delikanlıların rüyalarında yanan o an kadar sıcak! Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz güneşe doğru! Ölenler döğüşerek öldüler; güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!...”
Bizleri dikkatlice, sessizce dinlerken gördükçe heyecanı bir kat daha artıyordu hocamızın. Şiiri okudukça coşuyor, ses tonu gitgide yükseliyordu.
Neydi hocamızda ki bu heyecanın, bu coşkunun sebebi?
Araştırmaya karar verdim o an.
Okuduğu şiir, Nazım Hikmet’in 1928 yılında yazmış olduğu  “Güneşi İçenlerin Türküsü” idi.
 -Nazım Hikmet kimdi?- Esasen bu sorunun cevabını merak ediyordum, o yıllarda…
Siyasi düşünceleri, inançları yüzünden yasaklı bir şairdi Nazım Hikmet. Hayatının 17 yılını hapishanelerde geçirmesine rağmen yinede yazmayı hiçbir zaman bırakmayan bir şair. Belki de en üzücü olanı vatan sevgisini şiirlerinde coşkuyla anlatan bu şairin 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılmasıydı. Sonrasında eşi Piraye ile Moskova’da yaşamaya başlayan şairin ölümü, Moskova’da geçirdiği bir kalp krizi sonucu gerçekleşti.  Anadolu’ya gömülmesini istemesine rağmen bu vasiyeti yerine getirilmeyen şair, Moskova’ya defnedilmiştir. Edebi hayatı başarılarla dolu geçen Nazım’ın eserleri pek çok dile çevrildi.
Nazım Hikmet’in hayatının önemli bir kısmı mahpushanelerde geçti;  peki Nazım Hikmet’in içinden o yıllarda kaleminden neler dökülmüş?
“Bugün Pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım…”
Tecritte geçirdiği o yıllarda, eşi Piraye’ye hitaben yazılmış birçok şiirleri bulunuyor. Belirtmek gerekir ki, Nazım Hikmet’in özel yaşamı oldukça karmaşıktır. Gönlünü pek çok güzele kaptıran şairin “Âşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir.” sözü sanırım bu durumu özetlemeye yeterdir.
Konuya ilişkin ilginç bir ayrıntıdır: Nazım, Türkiye’den kaçtıktan sonra doktor Galina Grigoryevna Kolesnikova ile evlenir. Nazım’ın evlenip de hiç şiir yazmadığı tek kadındır Galina…
Uzun yıllar evli kaldığı Piraye için yazdığı şiir:
“Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor, yüreğim sersem’
Diyorsun; ‘yaşıyamam!’
Yaşarsın karıcığım,
Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
Yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
En fazla bir yıl sürer
Yirminci asırlarda ölüm acısı.
Ölüm
Bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm.
Fakat
Emin ol ki sevgili;
Zavallı bir çingenenin
Kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
Geçirecekse ipi boğazıma,
Mavi gözlerimde korkuyu görmek için
Boşuna bakacaklar Nazım’a!
Ben,
Alaca karanlığında son sabahımın
Dostlarımı ve seni göreceğim,
Ve yalnız
Yarı kalmış bir şarkının acısını
Toprağa götüreceğim…
Karım benim!
İyi yürekli,
Altın renkli,
Gözleri baldan tatlı arım benim;
Ne diye yazdım sana
İstendiğini idamımın,
Daha dava ilk adımında
Ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
Kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
Bana fanile bir don al,
Tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
Ve unutma ki
Daima iyi şeyler düşünmeli
Bir mahpusun karısı.”  (Bursa/Hapishane)
Neden yargılanıp hapse girdiğini, hangi siyasi görüşü benimsediğini duruşma esnasında kendisi şu şekilde yanıtlamıştır:
1938’de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan şair, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950’de özgürlüğüne kavuşmuş olsa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Bu yasaklamalar sonucunda Nazım Hikmet’in icra ettiği şiir sanatı öksüz kaldı. Oysa şimdi ne çok özlüyoruz ‘Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam’ Nazım’ı…
Hayat bu ya! Yaşarken çektirdiler, şimdi ise doğumunu kutluyorlar…