GİRİŞ

En geniş anlamda olarak teminat sözleşmesi deyimi
, bir kimsenin başkasının karşısında bulunduğu tehlikeyi kendi üzerine almasını
öngören bütün sözleşmeler için kullanılmaktadır.Tehlike ise ortaya çıkması
şüpheli fakat çekinilen ve ekonomik bakımdan yararlı bir olayın gerçekleşmemesi
ihtimalidir.İşte teminat sözleşmelerinde borçlu, başkasının karşısında
bulunduğu bir zarar tehlikesini üzerine almaktadır. [1]
Teminat
sözleşmelerinden bir taşınır, taşınmaz, alacak veya işletme üzerinde rehin
tesisi yükümlülüğünü içerenler , alacaklıya ayni bir teminat
sağlamağa yönelmektedirler; bunlar teslim, tescil veya alacağın devri
yahut rehin cirosu gibi bir tasarruf muamelesiyle ifa edilince alacaklı lehine
bir ayni hak doğar ve rehinli alacaklı borçluya veya üçüncü bir bir kişiye ait
belli bir mal üzerinden öncelikle alacağını karşılamak imkanına sahip olur.[2]
Şahsi
teminat sözleşmelerinde, şahsi teminat veren, borçlunun borcunun karşılığını
teşkil etmek üzere haczi kabil bütün malvarlığı ile yükümlülük altına girmektedir.Bunların
başlıcaları kefalet, garanti sözleşmesi, birlikte borç üstlenme(borca katılma),
sigorta sözleşmesi, teminat sözleşmesi olma niteliği tartışmalı olan kredi emri
ve vesikalı akreditiftir.Bu paragrafın konusu olan kefalet sözleşmesi , Borçlar
Kanununun onbeşinci bölümünde
“A.Tanımı”, “B Koşulları”, “C.İçeriği”, “D.Sona ermesi” ve “E.Uygulama
alanı”başlıkları altında m.581-m.603 arasında düzenlenmiş bulunmaktadır.İsviçre
Borçlar Kanununun 492-512.maddeleri 1 Temmuz 1942’de yürürlüğe giren 10 Aralık 1941 tarihli kanunla
değiştirilmiştir.Borçlar Kanunu’nda 1941 yılında yapılan değişikliklere uygun
olarak biçimlendirlmiştir.818 sayılı (eski) Borçlar Kanunu’nun kefalete ilişkim
hükümleri, İsviçre Borçlar Kanunu’nun kefalete ilişkin hükümleri, İsviçre
Borçlar Kanunu’nun 1941 revizyonundan önceki kefalet düzenlemesiyle uyumluydu.[3]
Böylelikle
İsviçre Kefalet Hukuku’nda 1941 yılında yapılan değişiklikler, yetmiş
yılı aşkın bir gecikmeden sonra hukukumuza intikal etmiş bulunmaktadır.Kefalet
sözleşmesine ilişkin açıklamalarımızda zaman zaman ilgili konuya açıklık getirmek amacıyla 818 sayılı
(eski) Borçlar Kanunu’nun kefalete
ilişkin düzenlemesiyle karşılaştırmalar yapacağız.
Aşağıda bu paragraf çevresinde sırası ile genel olarak kefalet sözleşmesi, kefalet
sözleşmesinin hükümleri ve kefalet sözleşmesinin sona ermesi konuları ele
alınacaktır.
II.Genel olarak kefalet sözleşmesi
1.Kefalet sözleşmesinin tanımı ve özellikleri
818 sayılı (eski)
Borçlar Kanunu’nun 483.maddesi kefalet sözleşmesini şu şekilde tanımlamaktaydı:”Kefalet, bir akittir ki onunla bir kimse,
borçlunun akdettiği borcun edasını temin
etmeği alacaklıya karşı taahhüt eder”.Bu tanım, pek çok noktada eleştiriye
açık bir tanımdır.Şöyle ki:
Para ile belirtilebilen herhangi bir borç
için hukuki sebebi ne olursa olsun kefil olunması mümkündür.Sadece sözleşmeden
doğan borçlar değil, başka borç kaynaklarından doğan borçlar da kefalet
güvencesine bağlanabilir.Haksız fiilden, sebepsiz zenginleşmeden veya kanun tarafından tanımlanan başkaca
olgulardan doğan (nafaka borcu gibi) borçlar için de kefalet sözleşmesi
yapılabilir.Oysa 818 sayılı Kanun’un tanımı sadece sözleşmeden doğan borçlar
için kefil olunabileceği izlenimini uyandırmaktaydı.Diğer taraftan kefalet
sözleşmesinde kefil, borçlunun borcunu ödemesini temin etmeyi taahhüt etmez;
borçlunun borcunu ödememesi halinde
bundan şahsen sorumlu olmayı taahhüt
eder.Bu husus da 818 sayılı Kanun’un tanımından
çıkarılamamaktadır.Nihayet kefalet sözleşmesi, mevcut borçlar kadar ileride
doğacak borçları güvence altına almak için de yapılabilir.818 sayılı Kanun’un
tanımı bu noktada da yanıltıcı olabilirdi.Gerçekten de bu tanıma bakılırsa, “borçlunun akdettiği” mevcut bir borçla
ilgili olarak kefalet sözleşmesi yapılabilecekti.
818 sayılı Kanun’un 483.maddesindeki tanıma
yukarıda getirilen eleştiriler çerçevesinde kefalet sözleşmesinin tanımının şu
şekilde yapılması mümkündü:”Kefalet bir akittir ki onunla bir kimse, asıl
borçlunun borcunu ödememesi halinde bu borçtan şahsen sorumlu olmayı alacaklıya
karşı taahhüt eder”.6098 sayılı Borçlar Kanunu’nun 581. Maddesi, kefalet
sözleşmesini benzer bir biçimde tanımlamıştır.Buna göre, “kefalet sözleşmesi, kefilin alacaklıya karşı, borçlunun borcunu ifa etmemesinin sonuçlarından kişisel
olarak sorumlu olmayı üstlendiği sözleşmedir.”Bu tanım, 818 sayılı Kanun’un
483.maddesinde yer alan tanıma yapılan bütün eleştirileri ortadan kaldıracak
niteliktedir. Bu tanımdan hareket edilerek kefalet sözleşmesinin başkaca
özellikleri şu şekilde tesbit olunabilir:
a.Kefalet
sözleşmesinin kefil ile asıl borcun alacaklı arasında yapılması[4]
Kefalet
sözleşmesi, kefil ile asıl borcun alacaklısı arasında yapılır.Kefil, asıl
borçlunun rızasını almaya mecbur olmaksızın yükümlülük altına girebilir.Çünkü
kefalet, asıl borçlunun durumunu kötüleştirmemekte, aksine çoğu defa onun
yararına olmaktadır.
Kefalet,
kefil ile alacaklı arasında bir hukuki ilişki olmakla birlikte; kefalet
hukukunu düzenleyen kanun hükümlerinde asıl alacaklı ile asıl borçlu ve kefil
ile asıl borçlu arasındaki hukuki ilişki bakımından da bazı kurallar
getirilmesi söz konusu olmaktadır.O halde, kefaletin, üç tür hukuki ilişkiden
oluşan bir kombinezona dayandığı söylenebilecektir.Şöyle ki;
aa)Asıl alacaklı ve asıl borçlu arasındaki
hukuki ilişki, --olayların çoğunda ödünç sözleşmesi olması gibi—herhangi bir
hukuki temele dayanabilir.Asıl alacaklı ve asıl borçlu arasındaki bu ilişki,
kefalet sözleşmesinden –bu yönüyle-- bağımsızdır.
bb)Alacaklı ve kefil
arasındaki ilişki, doğrudan kefalet sözleşmesinden sonuçlanan ve kefalet
sözleşmesinin konusu olan hukuki ilişkidir.
cc)Kefil ve asıl borçlu
arasındaki ilişki ise, ödeyen kefilin kullanabileceği rücu haklarında ve ödeyen
kefilin ödemesi oranında alacaklıya
kanunen halef olmasında kendini gösterir.Fakat bu ilişki, daha önce kefil ile borçlu
arasında yapılmış bir sözleşmeden de kaynaklanabilir.Örneğin kefil ile esas borçlu arasında vekalet
sözleşmesi bulunabilir ve kefil, esas borçlunun vekili sıfatıyla hareket etmiş
bulunabilir.Kefilin ödemesi ise, kefilin kendi borcunu sona erdirir; yoksa asıl borç sona ermiş değildir; asıl borç,
yaptığı ödemeyle birlikte alacaklıya halef olan kefile geçmiştir.Reisoğlu’na
göre “habersiz veya rıza hilafına taahhüt eden
kefilin ödeme halinde kanuni halefiyet dışında şartların mevcudiyeti
halinde borçluya karşı sebepsiz zenginleşme veya vekaletsiz iş görme
hükümlerine göre müracaat hakkı da vardır.”Yargıtay’a göre, kefil ile borçlu
arasındaki hukuki bağ, kefil borçlu tarafından gösterilmiş ise vekalet hükümlerine;
aksi takdirde vekaletsiz iş görme
hükümlerine dayanır.
b.Kefaletin illeti
Kefaletin illeti, asıl
borçlunun ödeme gücünün bulunmamasına veya borcu ödemek istememesine karşı
alacaklıya bir teminat sağlamaktır.Bu yönüyle kefaletin illeti, asıl borcun
illetinden (hukuki sebebebinden) bağımsızdır.Ancak kefalet illi bir işlem olup;
geçerliliği, dayandığı hukuki sebebin geçerliliğine bağlıdır.Alacaklının
teminat elde etmesi, asıl borçlunun yanında, onun ödememesi halinde kendisine
başvurabilecek bir ikinci borçlu elde etmek şeklinde kendini gösterir.[5]
Kefili kefalet sözleşmesini yapmaya sevk eden
etkenleri, kefaletin illeti ile karıştırmamak gerekir.Kefil, kefalet
sözleşmesinde asıl borçlunun vekili, vekaletsiz işgöreni yada bağışlayan sıfatı
ile hareket etmiş olabilir.Kefil ile asıl borçlu arasındaki hukuki ilişkiden
doğan savunma sebepleri, kural olarak asıl borcun alacaklısına ileri sürülemez;
bu ilişki, kefilin asıl borçluya rücu etmesi bakımından önem taşır; örneğin iç
ilişkide bağışlama sözkonusu ise kefilin rücu hakkı bulunmayacaktır.[6]
c.Kefilin ediminin konusu
Kefilin
kefalet sözleşmesi ile asıl borcun alacaklısına karşı taahhüt ettiği edimin
konusu, paradır; yoksa asıl borçlunun yerine getirmek zorunda olduğu edim
değildir.Böylece kefil, alacaklıya karşı asıl borcun yerine getirilmesinden
beklediği menfaati yani alacaklının müspet zararını tazmin borcu altında
olmaktadır.Bu husus, BK. M.589 f.2 b.1’den açıkça anlaşılmaktadır.Bu
düzenlemeye göre, kefil, borçlunun kusur veya temerrüdünün yasal sonuçlarından
sorumludur.
Kefilin menfi zararın ödenmesini taahhüt
etmesi durumunda bu taahhüdün kefaletin fer’i niteliği ile bağdaşmayacağı ve
sözleşmenin garanti olarak nitelendirlmesi gerektiği savunulabilir.Bu düşünce,
818 sayılı (eski) Borçlar Kanunu’nda karşılığı bulunmayan BK. M.589 f.son’da
ifadesini bulmuştur.Buna göre,’’kefilin,
asıl borç ilişkisinin hükümsüz hale gelmesinin sebep olduğu zarardan…sorumlu
olacağına ilişkin anlaşmalar kesin olarak hükümsüzdür.’’[7]
d.Kefilin borcunun asıl borca yabancı bir
borç olması
Kefilin borcu, yukarıda verilen tanımdan
anlaşılması gerektiği gibi asıl borcun ifasına ilişkin teminat vermeye
dayanmaktadır.Bu borç, asıl borcun kendisinin ifasına ilişkin değildir; asıl
borcu ifa edecek olan asıl borçludur.Bu durumun hususiyeti, özellikle borçlunun
para borcu niteliğinde olmayan, yapmama ya da iş görme şeklindeki borçlarında
görülür.Asıl borçlunun bu çeşit fakat kefil olunabilen borçlarında kefil, asıl
borçlunun edimini hiç yerine getiremez.Bundan başka kefil, zaten asıl borcu
yüklenmek amacında da değildir.Kefil, başkasının borcu için sorumlu olmayı
sonuçlandıracak şekilde, alacaklıya karşı, kendisi borç altına girmektedir.
Böylece kefilin borcu esas ve şekil
bakımından özel bir borç olup asıl borçla aynı değildir.Edimde bulunan kefil,
asıl borcu değil ondan başka olan kendi kefalet borcunu ödediği için, onun
edimi ancak kendi borcunu sona erdir, yoksa asıl borcu değil.Bundan dolayı, Bk.
M.596 f. 1 c.1’de, “kefil, alacaklıya ifada bulunduğu ölçüde, onun haklarına
halef olur” denilmiştir.Asıl borç kefilin alacaklıya yaptığı ödemeyle birlikte
son bulmayıp, yasal halefiyete çerçevesinde kefile geçecektir.
Kefalet, mahiyeti gereği yabancı bir borçtan
şahsen sorumlu olmak şeklinde düşünüldüğüne göre, bir borçlu, kendi borcuna
kefil olamaz.Ancak kefilin sonradan miras gibi bir sebeple asıl borçlu durumuna
girmesi, gerçek olmayan birleşme olarak nitelendirilmektedir.Bu gibi
durumlarda alacaklının kefaletten
sağlayacağı yararlar (örneğin kefalet borcu rehin ile temin edilmiş veya kefile
kefil var ise) saklı kalır.Bu husus , BK. M.598 f.2’de “borçlu ve kefil sıfatı aynı kişide birleşmiş olursa, alacaklı için
kefaletten doğan özel yaralar saklı kalır’’ denilerek açıkça
belirtilmiştir.
Aynı şekilde alacaklının kendi alacağı için
kefil olması, alacaklı bulunduğu müddetçe hukuki bir değer taşımayacaktır.Ancak
kefalet senedinde alacaklının kefil olarak gözükmesi, alacağın devri halinde
müstakbel alacaklıya yapılan bir öneri niteliğindedir.
c.Kefilin borcunun fer’i(yan) borç olması
Kefaletin şahsi teminat
sağlama amacına uygun olarak, kefilin borcu, asıl borca özel bir şekilde
bağlıdır.Kefalet ancak kefil olunabilen, yani hukukça tanınan bir asıl borcun
varlığı durumunda doğabilir, varlığını sürdürebilir, asıl borcun sona ermesi
ile birlikte sona erer, kefilin sorumluluğu asıl borçlunun sorumluluğundan daha
ağır olamaz, asıl borçtan ayrı olarak kefalet borcu başkasına geçirilemez,
kefilin alacaklıya karşı asıl borçlununkilerle aynı defileri vardır.Bütün bu
doğrultularda kefilin borcu, asıl borca bağlıdır, onun fer’i niteliğindedir.
Fer’i(yan) borç olma, kefaletin en belli
başlı ayırıcı niteliğidir.Gerçekten müteselsil kefalette dahi kefalet borcu,
fer’i (yan) borç olarak kalır.Fer’ilik kaldırıldı mı, kefalet değil, bir
garanti sizleşmesi ya da bir müteselsil borç ilişkisi vardır.Fer’ilik
prensibinin az sayıdaki daraltım ya da istisnaları, kefilin gözetilmesi,
kefaletin şahsi teminat sağlama amacı ya da hakkaniyet düşüncelerinin göz
önünde tutulmasıyla açıklanırlar.(MK. M.639, İİK. M:196 ve m.295).[8]
f.Kefilin
borcunun ikinci derecede (tali) borç olması
Kefilin borcunun ikinci
derecede olma niteliği özellikle adi kefalette kendini gösterir; Kural olarak
borçluya karşı takip yapılıp bu takip semeresiz kalmadan ve kefaletten önce
verilmiş rehine başvurmadan adi kefil takip olunamaz.Müteselsil kefalette de
kefilin ikinci derecede borçlu olduğu söylenebilir.Örneğin, asıl borç muaccel
olmadıkça kefilin borcu da muaccel olmaz; paradan başka borçlara kefalette,
ancak asıl borçlunun borcunu yerine getirmediğinin tespitinden sonra müteselsil
kefil takip olunabilir.Müteselsil kefilden talepte bulunulabilmesi için, kural
olarak, önce esas borçlunun ihtar edilmesi ve bu ihtarın sonuçsuz kalması
gerekir.Nihayet, alacaklı, teslime bağlı taşınır rehni veya alacak rehni
türünden güvenceleri paraya çevrilmeden de müteselsil kefile başvuramaz.
g.Kefalet
sözleşmesinin sadece kefile borç
yükleyen sözleşme olması
Kefalet sözleşmesinin
kanuni tanımından, amacından ve sebebinden anlaşıldığı gibi yalnızca kefil asıl
borçlu durumundadır; bu sözleşme ile alacaklı kefile karşı bir borç altına
girmez.Çeşitli hükümlerle (BK: M:592-594) alacaklıya yüklenmiş ödevler bulunsa
bile, alacaklı tarafından yerine getirilmesi gereken bir “karşı edim’’ söz
konusu değildir.Kefil alacaklı karşısında “ivazsız” olarak borç üstlenmiştir.
Kefalet akdinin sadece kefile mükellefiyet
yüklemesi ve bu şekilde ivazsız olması, fer’ilik gibi zorunlu bir unsur
değildir.Kefaletin tam iki taraflı sözleşme haline gelmesi, niteliğinde bir
değişiklik meydana getirmez.Kefalet
akdinin ivazlı olması, ancak karşı akit olan alacaklının bir borç altına
girmesi halinde söz konusu olacaktır.Asıl borçlunun kefile menfaat sağlaması,
ivaz olarak değerlendirilemeyecektir.Halbuki bir kefil temin edilmesinde genelde asıl borçlunun büyük menfaati vardır.Alacaklı,
kefilin bulunması ile ilgilenmez; sadece geçerli bir kefil gösterildiği
takdirde kredi vermeye razı olduğunu bildirir.Kefili kefalet taahhüdü altına
sokmak için ona menfaat vaad etmek asıl borçluya düşer.Örneğin bankalar, ancak
aldıkları komisyon karşılığı müşterilerine kefil olmayı kabul ederler.Böyle bir
komisyon alınması da , kefaleti ivazlı hale getirmez.
Kefaletin bu şekilde ivazsız olması,
alacaklıya karşı bir bağışlamanın varlığı anlamına da gelmez.Kefilin verdiği
güvence, alacaklının malvarlığında bir zenginleşmenin gerçekleşmesini sonuçlandırmamaktadır.Alacaklı, kefilin ödemesiyle, asıl borçluya müracaat hakkını
kaybeder; kefil ise, ödemesi oranında asıl borçluya karşı bir alacak hakkı elde
eder.Böylece kefalet yükümlülüğü, tarafların malvarlığında bir değişikliği
sonuçlandırmamış olmaktadır.
h.Kefalet
sözleşmesinin bağımsız sözleşme olması[9]
Kefalet sözleşmesi,
asıl borcu doğuran hukuki ilişkiden ayrı muhtevası ve hukuki illetli olan
tamamıyla bağımsız bir sözleşmedir.Kefaletin temin ettiği asıl borcun
sözleşmeden, haksız fiilden ya da sebepsiz zenginleşmeden doğması mümkün olduğu
halde; kefaletin hukuki illeti daima alacaklıya teminat sağlamak şeklinde
kendini gösterir.Yine asıl borçlu, yapma , yapmama ya da paradan başka bir şeyi
verme edimleriyle borçlu olabileceği halde kefilin borcu daima para borcudur.[10]
2.Kefalet
sözleşmesinin geçerlilik şartları
Kefalet
sözleşmesinin geçerlilik şartları, geçerli bir asıl borcun bulunması, esas
bakımından geçerli bir kefalet sözleşmesinin yapılması ve kefalet sözleşmesinin
yazılı şekilde yapılması şeklinde
sıralanabilir.Şöyle ki:
a.Geçerli
bir asıl borcun bulunması
Kefalet sözleşmesi,
yerine getirilmemesi halinde kefilin sorumlu olmayı yükümlendiği geçerli bir
asıl borç bulunmadıkça hüküm taşımaz.Bu bakımdan şu hususlar önem taşır:
a)
BK. m. 582 f. 1 c. 1’e göre “kefalet
sözleşmesi, mevcut ve geçerli bir asıl borç için yapılabilir.”Böylece asıl
borç, hukuka ya da ahlaka ve adaba aykırılık, başlangıçtaki imkansızlık, şekle
aykırılık, muvazaa, ayırt etme gücünün bulunmaması gibi bir nedenle kesin
hükümsüz olan bir hukuki muameleden doğmuş ise, kefalet de geçerli olmaz.
Kefilin asıl borçla ilgili kesin hükümsüzlük nedenini bilmesi kefaletin
geçersizliğini etkilemez.[11]
“Kefilin güvencesi için güvence konusu
olabilecek asıl borcun var olması gerekir.(BK.m485).Asıl borç baştan mevcut
olduğu gibi sonradan da doğabilir.Bir başka deyişle borç koşula bağlı bir borç da
olabilir.Gelecekte doğacak veya taliki şarta bağlı borçlar kefaletle temin
edilirse, bu kefalet borcun doğduğu veya şartın tahakkuku anından itibaren
hüküm ifade eder.Esas olan kefilin takibine geçildiği sırada mevcut bir borcun olmasıdır.Kefalet sözleşmesi asıl
borç ilişkisine bağlı olması nedeniyle fer’i nitelikte ortaya çıkan bir
sözleşmedir.”[12]
Diğer hükümsüzlük hallerinden olan iptal
kabiliyetinde asıl borçlu tek taraflı bozucu yenilik doğuran hakkını
kullanırsa; askıda hükümsüzlük ya da noksanlık durumlarında hükümsüzlüğün
sebebine göre asıl borçlunun kanuni temsilcisi muameleye icazet vermezse,
alacaklı ya da asıl borçlu muameleyi iptal hususundaki yenilik doğuran hakkını
kullanırsa asıl borç geçersiz hale gelir ve kefilin borcu da artık hüküm ifade
etmez.Ancak kefil, bizzat kendisi yenilik doğurucu hakları kullanarak asıl
borcu geçersiz hale getiremez.[13]
Fakat
BK. m.582 f. 2 c. 1’e göre “ yanılma veya ehliyetsizlik sebebiyle borçlunun
sorumlu olmadığı bir borç için kişisel güvence veren kişi, yükümlülük altına
girdiği sırada, sözleşmeyi sakatlayan
eksikliği biliyorsa, kefaletle ilgili kanun hükümlerine göre sorumlu olur”.
“Kefilin kefalet
sözleşmesini yaparken borçlunun
yanılması veya ehliyetsizliği sebebiyle borcun geçersiz veya sakat olduğunu
bilmesi halinde kefaletin gene de geçerli olacağına dair hükmün, borçlu
yönünden “zamanaşımına uğramış” bir borca kefil olan kişi hakkında da
uygulanacağı düzenlenmiştir (m.582/29).Eski Kanunda zamanaşımına uğramış
borçlara kefalete değinilmemişti (m.485).”[14] Burada
iki ihtimalle karşılaşılabilir:Kefil, sınırlı ehliyetsiz durumdaki asıl
borçlunun yasal temsilcisinin sözleşmeyi onaması veya asıl borçlunun yanılmaya
dayanan iptal hakkını kullanmaması koşuluyla kefalet borcu altına girmiş
olabilir.Bu halde gelecekteki bir borç için kefalet söz konusudur.Bu tür
kefaletlerin BK. m. 582 f. 2 c. 1’le ilgisi yoktur.Gelecekteki bir borca kefil
olunabileceği BK. m: 582 f.1 c.2 ‘de açıkça belirtilmiştir.ikinci ihtimal
olarak, iptal hakkının kullanılacağı veya sözleşmenin yasal temsilci tarafından
onaylanmayacağı göz önünde tutularak kefalet sözleşmesinin yapıldığı akla
gelebilir.Böyle bir durumda geçerli olmayan bir asıl borç için teminat verilmek
istenmiştir.Asıl borcun geçerli olmadığı göz önünde tutularak verilen bu
teminatın gerçekte bir kefalet olmadığı, asıl borcun geçerliliğinden bağımsız
bir garanti sözleşmesi olduğu söylenebilir.Yasa böyle bir garanti sözleşmesini
kefalet hükümlerine tabi tutmak istemiştir.İşte BK. m.582 f.2 c.1 özellikle bu
ihtimale ilişkindir.
Aydın Zevkliler’in ifade ettiği gibi:
Önemli
olan alacaklının kefile başvurduğu sırada ortada bir asıl borcun
bulunmasıdır(BK.485).Dolayısıyla, gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç
için de kefalet kurulabilir.Kefilin, borçlunun mevcut ve doğacak borçlarından hangisi için
kefalet verdiğinde tereddüt edilirse, kefaletin doğacak borçlar için verildiği
kabul edilmelidir.[15]
b)BK. m.582 f.1
c.2’ye göre “gelecekte doğacak veya koşula bağlı bir borç için de, bu borç
doğduğunda veya koşul gerçekleştiğinde hüküm ifade etmek üzere kefalet
sözleşmesi kurulabilir.”Böylece asıl borcun kefalet sözleşmesinin yapıldığı
anda mevcut olması gerek yoktur; muaccel olan kefaletin yerine getirilmesi
alacaklı tarafından istenildiği zaman asıl borcun mevcut olması
yeterlidir.Geciktirici koşula bağlı bir borç için kefil olununca , kefalet
borcu sözleşmenin kurulmasıyla doğar, ancak koşul gerçekleşince hüküm ifade
eder.Bozucu koşula bağlı borca kefalette
ise, koşulun gerçekleşmesiyle kefilin borcu da ortadan kalkar.
c)Eksik borçlara
kefaletin geçerli olup olmayacağı tartışmalıdır.BK: m: 591 f.1 zamanaşımına
uğramış borçlara f.4 ise kumar veya
bahisten doğan borçlara kefaletten söz etmektedir.Bununla birlikte kefil
zamanaşımı savunmasını ileri sürmek ve kumar ve bahisten doğan borçlarda
alacağın takip edilemeyeceği itirazını yapmakla yükümlüdür.Kefil, asıl borcun
kumar ve bahisten kaynaklandığını bilerek kefalet sözleşmesini yapmış olsa bile, asıl borcun
takip edilemeyeceği itirazını yapabilir.(BK. m.591 f.4)
b.Esas
bakımından geçerli bir kefalet sözleşmesinin yapılması
Kefalet sözleşmesi,
diğer sözleşmeler gibi BK.m.27’de öngörülen sınırlamalar içinde geçerli bir
tarzda yapılabilir.Ancak tek tarafa borç yükleyen bir sözleşme olan kefalette
kefilin fiil ehliyeti,irade bozuklukları
ve kefaletin temsilci eliyle yapılması konuları üzerinde özellikle durulması
gerekir.Şöyle ki:
a)Kefalet
sözleşmesinin geçerli olarak yapılabilmesi için kefilin tam fiil ehliyetine
sahip olması gerekir.
Aydın
Zevkliler’in ifade ettiği gibi:
Eğer kişi tam eylem ehliyetine sahip
değilse, kefalet sözleşmesi yapamayacağı gibi, onun adına, yasal temsilcisi
olan vekili olan veli ve vasisi de bu sözleşmeyi yapamaz.Çünkü kefalet, Medeni
Kanunun 392’nci maddesinde belirtilen yasak işlemlerdendir.Yasak işlemleri
yasal temsilciler bile küçük ya da kısıtlılar adına yapamazlar(MK.269,392)[16]
MK. m. 449’a göre vesayet altındaki küçükler
ve kısıtlılar, kendileri kefalet sözleşmesi yapamayacakları gibi vasileri de onlar
için böyle bir sözleşmeye girişemezler.Bu yasak, MK. m.342 f.3’ün atfı
dolayısıyla velayet altındaki küçükler hakkında da geçerlidir.Ancak MK. m.
453’e göre, sınırlı ehliyetsize, bir meslek veya sanatın yürütülmesi için izin
verildiği durumlarda, bununla ilgili her türlü olağan işlemleri yapmaya yetkili
olduğundan, meslek ve sanatının yürütülmesi ile ilgili olarak kefaleti
yapabileceği kabul olunmalıdır.MK. m.429 b.9’a göre yasal danışmanı bulunan
kimsenin kefil olabilmesi için danışmanının izni gerekir.EMK. m. 169 f.2’ye
göre evli kadının kocası menfaatine giriştiği kefalet sulh hakimi tarafından
tasdik edilmedikçe geçerli olmazdı.Bu maddeyi karşılayan MK. m.193, “Kanunda
aksine hüküm bulunmadıkça, eşlerden her biri diğeri ve üçüncü kişilerle her
türlü hukuki işlemi yapabilir” hükmünü içermektedir.Bundan böyle evli kadının
eşi lehine kefil olması için sulh hakiminin iznine gerek kalmamıştır.
BK.m.584 kefil olma
ehliyetini evli kişiler için sınırlayan bir düzenleme getirmektedir.Bu
düzenlemeye göre,”eşlerden biri mahkemece
verilmiş bir ayrılık kararı olmadıkça veya yasal olarak ayrı yaşama hakkı
doğmadıkça, ancak diğerinin yazılı rızasıyla kefil olabilir; bu rızanın
sözleşmenin kurulmasından önce ya da en geç kurulması anında verilmiş olması
şarttır.-Kefalet sözleşmesinde sonradan yapılan ve kefilin sorumlu olacağı
miktarın artmasına veya adi kefaletin müteselsil kefalete dönüşmesine ya da
kefil yararına olan güvencelerin önemli ölçüde azalmasına sebep olmayan
değişikliler için de eşin rızası gerekmez.”
İİK.m. 290’a göre
kendisine konkordato için verilen mühletin ilanından itibaren borçlunun kefil
olması yasak ve aksine yaptığı sözleşme mutlak surette batıldır.Ancak müflis
kefil olabilir; fakat alacaklı, iflasın kaldırılması üzerine kefaleti
dolayısıyla kefile başvurabilir.
Zevkliler, “Noterlik Kanununa göre, noterler kefil
olamazlar(m.50/III).” ifade etmektedir.[17]
Özel hukuk tüzel
kişilerinin hak ve fiil ehliyetleri kuruluş muamelesinde belirtilen amaçları
ile sınırlıdır, bu tüzel kişiler ancak
bu amaçların gerçekleştirilmesi ile ilgili olarak kefil olabilirler.
b)Kefalet sözleşmesinde
kefilin asıl borçlunun kimliğinde, yaptığı sözleşmenin veya asıl borcun
niteliğinde yanılması BK. m.31 anlamında esaslı bir yanılma teşkil eder.Aynı
şekilde yalnız doğacak borçlar için kefil olduğunu sanan bir kişinin mevcut
borçlara da kefil olduğu ileri
sürülürse, esaslı bir yanılmanın varlığından söz edilebilir.Ancak BK.
m.589 f.3, kefaletin kural olarak ilerideki borçlar için olduğu hususunda bir
karine öngörmektedir ve bu hüküm sayesinde kefilin esaslı yanılmaya dayanmasına
gerek kalmamaktadır.BK. m. 589 f.3 şu şekildedir:”Sözleşmede açıkça kararlaştırılmamışsa kefil, borçlunun sadece
kefalet sözleşmensin kurulmasından sonraki borçlarından sorumludur.”
Kefilin asıl borçlunun ya da birlikte kefil
olduğu kimselerin ödeme gücünde, başka teminatların varlığı konusunda yanılması
gibi durumlar, saikte yanılma niteliği taşıdığı için ancak BK.m.32’deki
şartların gerçekleşmesiyle gözönünde tutulabilecektir.Kefilin saikine özel önem
atfeden bir düzenleme de BK. m.587 f.3’tür.Bu düzenlemeye göre, “ alacaklı,
kefilin aynı alacak için başka kişilerin de kefil olduğunu veya olacağını
varsayarak kefalet ettiğini biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, bu varsayımın
sonradan gerçekleşmemesi veya kefillerden birinin alacaklı tarafından kefalet
borcundan kurtarılması ya da kefaletinin hükümsüz olduğuna karar verilmesi
durumunda kefil, kefalet borcundan kurtulur”..
Kefilin yanıldığını alacaklıya bildirmesi
üzerine, alacaklı BK. m.34 f.2 uyarınca, sözleşmenin onun istediği tarzda
olmasını kabul ederse, artık kefil sözleşme ile bağlı kalmak zorundadır.
Kefilin iradesinin aldatma ya da korkutma
sebebiyle sakatlandığı durumlar da BK:
m.36-39 hükümleri çerçevesinde değerlendirilmelidir.
c)Kefalet sözleşmesi
gerek kefil gerekse alacaklı tarafından temsilci vasıtasıyla yapılabilir.Ancak
kefalet sözleşmesinde kefilin şahsi niteliklerinin önemi dolayısıyla dolaylı
temsilci aracılığı ile bu muameleyi yapamaması gerekir.Kefalet sözleşmesinde
alacaklının dolaylı temsilci vasıtası ile işlem yapmasında bir sakınca yoktur.
c.Kefalet
sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması
BK. m.583 f. 1:”Kefalet
sözleşmesi, yazılı şekilde yapılmadıkça ve kefilin sorumlu olacağı azami miktar
ile kefalet tarihi belirtilmedikçe geçerli olmaz.Kefilin, sorumlu olduğu azami
miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil olması durumunda, bu sıfatla veya
bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına girdiğini kefalet
sözleşmesinde kendi el yazısıyla belirtmesi şarttır”.Bu hükmün anlamı ve
kapsamı:
a)BK. m. 583 f.1’deki nitelikli yazılı şekil
şartı, asıl borçlunun borcunu ödeyeceği düşüncesiyle üstlendiği tehlikenin
önemini çoğu zaman gereği gibi farketmeyen kefili daha iyi düşünmeğe sevketmek
ve yüklendiği tehlikenin kapsamı hususunda onu uyarmak amacını gütmektedir.
Kefalet sözleşmesinin geçerliliği için
kefilin beyanı BK. m. 583 f.1 1’de aranan nitelikli yazılı şekle uygun olarak
yapılmalı ve kefil tarafından imzalanmalıdır.Bir kimse temsilci aracılığıyla
kefil oluyorsa, kefalet senedi temsilci tarafından imzalanacaktır.Kefalet
belgesinin belirli bölümleri kefilin el yazısıyla oluşturulmalıdır.Kefilin,
sorumlu olduğu azami miktarı, kefalet tarihini ve müteselsil kefil sıfatıyla
sorumluluk üstlenme iradesi de kefilin el yazısıyla açıklanmalıdır.Kefilin
gerçek kişi veya tüzel kişi olması değişiklik yaratmaz.BK m.583 f.1’deki şekil
bir ispat şekli olmayıp geçerlilik şeklidir.Kefalet gerekli şekle uyulmadan
yapıldıysa kesin hükümsüzdür.Hakim re’sen kefaletin gerekli şekilde yapılıp
yapılmadığını araştırmak durumundadır.Kefilin, şekil noksanlığı taşıyan
kefalete dayanarak ödemede bulunması kefaleti geçerli hale sokmaz.Geçerli
kefaletin var olduğu zannıyla ödemede bulunan kefil, verdiğinin iadesini,
sebepsiz zenginleşme kurallarına göre isteyebilecektir.Buna karşılık kefilin
kefaletin geçersizliğini bilerek ödemede bulunması, bir elden bağışlama
oluşturur ve verilen şeyin iadesi istenemez.
b)Kefalet senedinde
kefilin yükümlülüğüne ilişkin objektif ve sübjektif bakımından esaslı
noktaların gösterilmesi gerekir.[18]
(a)Kefalet senedinde özellikle ferdileştirilmiş
yabancı borcun gösterilmesi lazımdır.Asıl borcun ferdileştirilmesi, kural
olarak alacaklının ve borçlunun adlarının, borcun niteliğinin, kapsamının,
borçlanma sebebinin (illetlinin) kefalet senedinde gösterilmesi tarzında olur.
(b)BK. m. 583 f.1’e
göre, kefalet senedinde kefilin sorumlu olacağı azami miktarın gösterilmesi
gereklidir.Bk.m.583.f.1 sorumluluk miktarının rakamla ve kesin olarak
gösterilmesinden söz etmemekle beraber, aynı sonucun bizde de kabul edilmesi
kefalet hukukunun kefili koruma amacından çıkarılabilir.
(c) Kefalet
sözleşmesinde kefilin sorumlu olacağı en yüksek tutarı artıran veya sorumluluk
şartlarını ağırlaştıran sonraki değişikliklerin BK. m.583’deki şekilde
yapılması ve yeni arttırılmış sorumluluk tutarının sayı ile gösterilmesi
gerekir.
(d) Kefil yönünden sübjektif bakımdan esaslı olan
noktalar da, yani bunlar olmaksızın
kefalet sözleşmesinin yapılmayacağı sözleşme hükümleri, kefilin sorumluluğunu
ağırlaştırdıkları takdirde, kefalet senedinde yer almalıdırlar.Böyle bir
ağırlaştırma, kefilin sorumluluğunun kanuni kapsamını genişletmek veya
kefaletin kapsamına sözleşmenin yapılmasından önce doğmuş borçları da sokmak
biçiminde olabilir.Kefalet güvencesine bağlanan esas borcun kapsamının
genişletilmesi de, kefaletin geçerlilik şekline uyulmasını gerektir.Kefilin
sorumlu tutulmasına ilişkin koşullarda kefil aleyhine yapılabilmesi kanuni
olarak mümkünse, bu tür değişiklikler şekle uygun olarak
gerçekleştirilebilir.Kefilin sorumluluk koşullarının kefil aleyhine
değiştirilmesinin kural olarak mümkün değildir.BK. m. 582 f.son’a göre, “
kanundan aksi anlaşılmadıkça kefil, bu bölümde kendisine tanınan haklardan
feragat edemez”.Bu madde kefalete ilişkin hükümleri nisbi emredici hükümler
durumuna getirmektedir.
c)Kefalet yapma vaadi
de, BK. m. 29 f.1 uyarınca, ileride yapılacak kefaletin şekline bürünmelidir; gerçekten
BK. m. 583’de kefalet için öngörülen şekil kefili korunma amacını gütmektedir.Bu
amaca ulaşılması, kefalet ön sözleşmesinin (kefil olma vaadinin) kefaletin
şekline uygun olarak yapılmasını gerektirir.[19]
3)Kefaletin Çeşitleri
BK. m. 585-588 arasında kefaletin çeşitleri,
adi kefalet, müteselsil kefalet, birlikte kefalet, kefile kefalet ve rücua
kefalet olarak düzenlenmiş bulunmaktadır.Bunların dışında İsv. BK. m. 585 f.
son’da düzenlenen “zarara yahut açığa kefalet” vardır.Bu kefalet çeşitlerinin,
bireysel kefalet ve toplu kefalet olmak üzere iki gruba ayrılması lazım
gelecektir.Bir kefilin, alacaklıya karşı bir ve aynı borca kefil olması
durumunda, bireysel kefalet vardır; adi kefalet ve adi kefaletin “özel
görünümleri” olan açığa (zarara) kefalet, kefile kefalet ve rücua kefalet ile
müteselsil kefalet, bireysel kefalet türleridir.Birden fazla kefilin bir ve
aynı borca kefil olmasında ise, toplu kefalet sözkonusudur; toplu kefiller,
aynı borca, birbirlerinden bağımsız olarak kefil olabilirler veya her kefil,
diğer kefillerden sorumlu olmaksızın borcun bir kısmı için kefil olabilir ya da
kefiller bölünebilir bir borca birlikte kefil olabilirler.Birlikte kefalet de,
adi birlikte kefalet ve müteselsil birlikte kefalet şeklinde gerçekleşebilir.[20]
a.
Adi kefalet
Kefaletin asıl şekli, adi kefalettir;
taraflar kefaletin müteselsil olduğunu açıkça kararlaştırmamışlarsa veya bu konuda
tereddüt olunduğu halde kefaletin adi kefalet olarak kabul edilmesi gerekir.
Adi kefalette kefilin borcu, aynı zamanda hem
fer’i hem de tali niteliktedir.Bu sebeple kefilin, alacaklıya karşı tartışma ya
da peşin dava defi ile asıl borcun kefaletten önce veya kefaletle aynı zamanda
rehin ile temin edildiği durumlarda bu def’iden ayrı olarak rehnin paraya
çevrilmesi def’inde bulunma imkanı vardır.
Haluk Tandoğan’a göre
“Alacaklı, ancak asıl borçlunun borcunu ödemekte aczi veya onun aleyhinde
yapılacak takiplerin çok masraflı ve zor olması hallerinde adi kefile
başvurabilir.Bu gibi haller dışında kendisine müracaat edilen kefil, önce asıl
borçluya karşı takibe geçilmesi def’ini (tartışma def’i, benefice de
discussion; yahut peşin dava def’, Einrede der Vorausklage) ileri
sürebilir.Bundan başka, kefil olunan alacağın kefalette evvel veya aynı zamanda
bir rehinle temin edilmiş olması halinde kefil, ilk önce rehnin paraya
çevrilmesini talep etmek imkanına da sahiptir.Kefil bu iki def’e kümülatif
olarak (birbirinin yanında) sahiptir; rehnin paraya çevrilmesi def’ inde
bulunduktan sonra, rehin paraya çevrilmiş ve yetişmemişse, bu sefer de tartışma
def’ini ileri sürebilir”.[21]
aa)Adi kefilin tartışma (peşin dava) def’i:
BK. m. 585 f.1’e göre “ Adi kefalette alacaklı, borçluya başvurmadıkça, kefili
takip edemez; ancak, aşağıdaki hallerde
doğrudan doğruya kefile başvurabilir: 1.Borçlu aleyhine yapılan takibin
sonucunda kesin aciz belgesi alınması.2.Borçlu aleyhinde Türkiye’de takibatın
imkansız hale gelmesi veya önemli ölçüde güçleşmesi.3.Borçlunun iflasına karar
verilmesi.4.Borçluya konkordato mehli verilmiş olması”.Kanunda sayılan haller
dışında adi kefil, kendisine başvuran
alacaklıya karşı önce asıl borçlunun takip edilmesini talep edebilecektir; aksi
halde bu def’i ileri sürmeksizin alacaklıya ödemede bulunan kefil, alacaklıdan
ödediğini geri alamayacaktır; ancak bu durumun asıl borç ilişkisine etkisi
yoktur ve kefilin rücu hakkı varlığını sürdürür.Adi kefil bu defi imkanından
başlangıçta veya sonradan feragat etmesi mümkündür.”kredi kartı
kullanımlarındaki kefalet, Borçlar Kanunu’nda belirtilen adi kefalet
hükümlerine tabidir.Asıl borçluya başvurulup borcun tahsili için tüm yollar
denenmeden kefilden borcun ifası istenemez”.
a)Borçlunun iflası ve
borçluya konkordato mehli verilmiş olması (BK. M. 585 f.1 b.3 ve
b.4):Alacaklının kefile müracaatı için asıl borçlunun iflasının açılması
yeterli olup onun iflas yoluyla
tasfiyenin sonucunu, kesin bir borç ödemeden aciz vesikasının verilmesini
beklemesine gerek yoktur.Ancak BK. M. 590 f.1’e göre “borçlunun iflası
sebebiyle asıl borç daha önce muaccel olsa bile, belirlenen vadeden önce kefile
karşı takibat yapılamaz”.818 sayılı (eski) Borçlar Kanunu’nun adi kefilin
tartışma def’inin ortadan kalktığı halleri belirten 486.maddesinin
1.fıkrasında, esas borçluya konkordato mehili verilmesinden söz
edilmemekteydi.Ancak öğreti, borçluya konkordato mehili verilmesinin iflasla
aynı etki doğurcağını ve adi kefilin tartışma def’ini ortadan kaldıracağını
kabul etmekteydi.6098 sayılı Borçlar Kanunu, öğretide kabul edilen bu sonucu
yasalaştırmış ve borçluya konkordato mehli verilmesinin adi kefilin tartışma
def’ini ortadan kaldırıcı etkisini açık olarak kabul etmiştir.[22]
Tandoğan, “Tartışma
def’inin ileri sürülemeyeceği haller kefalet akdinin kurulmasından sonra ortaya
çıkmalıdır.Eğer bunlar kurulma anından önce mevcut ise ve alacklı bunlardan
haberli ise, Schönenberger’e göre (3), onun artık bu halleri (örneğin asıl
borçlunun yabancı memlekette ikamet ettiğini) kefilin tartışma def’ine karşı
ortaya koymaktan önceden feragat ettiği
kabul edilmelidir.Bu görüş, alacaklının asıl borçlunun yabancı
memlekette ikamet ettiğini bilmesi hali için savunulabilirse de, alacaklı
tarafından asıl borçlunun iflasının bilinmesi halinde bunu bilmeyerek kefil
olanın alacaklıdan iflasın sonunu beklemesini yahut alacaklının semeresiz
takibinden sonra bilmeden kefil olanın ikinci semeresiz takip yapılmasını
isteyebilmesi hususu tartışılabilir; zaten alacaklının bu gibi hallerde
borçlunun durumunu kefile bildirmemesi çoğu zaman hile sayılacaktır;kefil de
durumu biliyorsa zaten peşin dava def’ini ileri süremeyeceğini bilerek kefil olmuş
demektir; bu takdirde , Giovanoli’ye göre (3a) artık adi kefalet karşısında
bulunulmaz.Diğer taraftan, alacaklının, alacaklının bilgisi olmaksızın sadece
kefil bu halleri, örneğin borçlunun iflas ettiğini, biliyorsa kefilin tartışma
def’ini bu bakımdan ileri sürmekten önceden feragat ettiği sonucu
çıkarılmaktadır (4); ancak kanımızca, burada bir feragat değil, fakat zaten
tartışma def’inin kanunen bulunmaması ve bunun kefilce bilinmesi söz konusudur.”[23]ifade
etmektedir.
(b)
Asıl borçlu hakkındaki takibin sonucunda kesin aciz belgesi alınması (BK. m.
585 f.1 b. 1):Burada asıl borçlu aleyhinde haciz
yoluyla yapılan takip sonucunda paraların paylaştırılmasından sonra iik. m. 143
uyarınca veya haczi kabil hiçbir malı bulunmaması dolayısıyla İİK. m. 105 f.1’e
göre bir kesin borç ödemeden aciz belgesinin alınması sözkonusudur.Takip ,
alacaklı tarafından kefaletin ilişkin olduğu borç için yapılmalıdır.Takibin
semeresiz kalması alacaklının kusuru yüzünden olmuşsa, alacaklı kefile karşı
olan haklarını kaybeder.
Alacaklı ,
asıl borç muaccel olur olmaz asıl borçluyu takip zorunda değildir.Bu
konuda kefaletin belli süreli olup olmadığına bakılmalıdır:Belli süreli
kefaletlerde alacaklının bu süre dolmadan önce kefilden talepte bulunması
gerekir (BK. m.600).Sürenin dolmasıyla kefil sorumluluktan
kurtulacaktır.Kefilden talepte bulunulabilmesi için esas borçlu hakkında borç
ödemeden kesin aciz belgesi alınması gerekiyorsa, bu belgenin de kefalet süresi
dolmadan ve kefilden talepte
bulunulmadan önce alınması gerekir.Belli olmayan sürelilerde, alacaklı, asıl
borcun muaccel olması ve kefilin uyarması üzerine (BK. m.601) asıl borçluyu bir
ay içinde takip etmek yükümlülüğü altına girer.Tandoğan, “Haczi kabil malların
yetersizliği halinde İİK. md. 105 f.II’ye göre düzenlenen geçici aciz vesikası
yahut İİK. md.150 f. Uyarınca verilen geçici rehin açığı belgesi veya İİK.
md.152 uyarınca düzenlenen rehin açığı belgesi kefili takibe imkan vermez (8)”
ifade etmektedir.[24]
Takibin
alacaklı tarafından kefaletin ilgili olduğu borç için yapılmış olması
gereklidir.Bir defa kesin aciz belgesi
alındıktan sonra kefil aleyhine takibe geçilmişse, o artık borçlunun yeni mal
iktisap ettiği ve yeni takip yapılması gerektiği def’ini ileri süremez; yani
tartışma def’i bir defa için kullanılabilir.Alacaklının kusuru yüzünden takip
semeresiz kalmışsa, alacaklı kefile karşı olan haklarını kaybeder.
Karahasan, “Alacaklının hukuksal engelleri aşmak için gerekli uğraşta bulunmaması,
özellikle belgeleri sunmaması, önelleri kaçırması, çekişmeli alacak için dava
açmaması gibi durumlar, onun kusurlu davranışına örnek olarak
gösterilebilir.Buna karşılık, üçüncü kişilerin haciz uygulanan nesneler
üzerindeki mülkiyet (istihkak) savlarını, dayanıksız oldukları açık
bulunmadıkça, kefile bildirmesi yeterlidir.” ifade etmektedir.[25]
(
c) Asıl borçluyu Türkiye’de takibin imkansız olması veya önemli ölçüde
güçleşmesi (BK. m. 585 f.1 b.2):Asıl borçlu yerleşim
yerini kefalet akdinden sonra başka memlekete nakletmiş ve Türkiye’de de
malları bulunmuyorsa, kefil, alacaklıya
karşı tartışma def’ini ileri süremez.Yavuz, “818 sayılı (eski) Borçlar Kanunu’nun 486.maddesinin 1.fıkrasında, adi
kefilin tartışma def’ini ortadan kaldıran bir hal olarak esas borçlu hakkında Türkiye’de takibin
imkansızlaşmasından söz edilmekte
birlikte, takibin önemli ölçüde güçleşmesine değinilmemekteydi.BK. m.
585, esas borçlu hakkında Türkiye’de takibin önemli ölçüde güçleşmesini de,
tartışma def’ini ortadan kaldıran bir hal olarak açıkça ele almıştır.”
ifade etmektedir.[26]
Karahasan, “Gelgelelim, baş borçlu kefilliğin yapılması anında zaten yabancı
memlekette oturuyor ve alacaklı da bunu biliyor idiyse, kefil , alacaklıya
karşı tartışma savunu ileri sürebilir.” ifade etmektedir.[27]Reisoğlu,
“Asıl borçlu Türkiye’de takibinin kefalet
akdinin inikadından sonra imkansız olması icap eder.Yoksa borçlu esasen yabancı
memlekette ikamet etmekte ise, alacaklının yine ilkönce takip etmesi
icabeder.Kefaletin inikadı anında yabancı memlekette oturan borçlunun, sonradan
takibatın çok daha güç olduğu başka bir yabancı memlekete ikametgahını
nakletmesi halinde kefilin tartışma def’ini haiz olup olmadığı şüphelidir (28).Eğer
alacaklı, bu nakilde ötürü takip bakımından esaslı bir güçlükle karşılaşıyorsa,
kefilin müracaatı kabul etmek mümkün olmalıdır (29).”[28]
ifade etmektedir.
bb)Adi kefilin rehnin
paraya çevrilmesi def’i:BK. m.585 f.2’ye göre “alacak, kefaletten önce veya
kefalet sırasında rehinle de güvence altına alınmışsa, adi kefalette kefil,
alacağın öncellikle rehin konusundan alınmasını isteyebilir”İİK. m. 45’e göre
“rehinle temin edilmiş bir alacağın borçlusu iflasa tabi şahıslardan olsa bile
alacaklı yalnız rehinin paraya çevrilmesi yolu ile takip yapabilir” (f. 1
c.1).Asıl borçluyu ilk önce rehine
başvurulması yoluyla takip ettikleri gibi, adi kefilide o şekilde takip
ederler.
Kefilin
alacağın öncellikle rehin konusundan
alınmasını isteme hakkı düzenlenirken; borçlunun “iflasına” veya “kendisine
konkordato mehli verilmesine” karar verilmişse, bu imkan tanınmamıştır
(m.585/2).Eski Kanunda da aynı düzenleme varsa da ; kefilin bu imkana sahip
olmadığı haller, “borçlunun iflası” ve “iflas ilan edilmedikçe rehnin nakde
çevrilmesinin mümkün olmaması” olarak belirtilmişti (m.486/2).” ifade
etmektedir.[29]Yavuz,
“BK. m. 585 f.2 c.1’de böyle bir hüküm olmasaydı bile BK. m. 591 f.1 c.1’den de
bu sonucun çıkarılması bize mümkün görünmektedir.”[30]Son
hükme göre “kefil, asıl borçluya veya mirasçılarına ait olan ve asıl borçlunun
ödeme güçsüzlüğünden doğmayan bütün def’ileri alacaklıya karşı ileri sürme
hakkına sahip olduğu gibi, bunları ileri sürmek zorundadır”; o halde adi kefil
de, asıl borçlunun İİK. m.45 f.1 c.1 hükmüne göre önce rehnin paraya çevrilmesi
gerektiği yolundaki savunmasını alacaklıya karşı başarılı bir şekilde ileri
sürmek hakkını haiz ve bununla da
yükümlüdür.Rehnin paraya çevrilmesi sonucu asıl borcun karşılanmayan
kısmı için kefil, tartışma def’ini ileri sürebilecektir.
Diğer
taraftan, adi kefil, İİK.m. 45 f.2’ye dayanarak, rehnin kefaletten sonra
verilmesi halinde de önce rehnin paraya çevrilmesini isteyebilmelidir.”Alacak
hakkı kefalet sözleşmesi akdedilmeden evvel veya kefalet akdiyle aynı zamanda
rehin ile teminat altına alınmalıdır.Bu husus BK m.486/II’de “Alacaklının alacağı
kefaletten evvel yahut aynı zamanda rehin ile temin olunmuş olduğu takdirde...”
şeklinde ifade edilmiştir.Ancak söz konusu kural, bir görüşe göre rehin hakkı
üçüncü bir kişi tarafından verilmişse uygulanır.Kefalet ile teminat altına
alınan alacak için rehin hakkını
sağlayan bizzat borçlu ise; rehin ister kefalet sözleşmesinin akdedilmesinin
öncesinde ister sonrasında verilsin, kefil alacaklıya karşı rehnin paraya
çevrilmesi def’ini ileri sürebilir.Öğretideki diğer görüşe göre ise, İİK m.45
hükmü dolayısıyla rehnin temin edildiği zaman kefil için önemini
kaybetmiştir.Zira İİK m.45’e göre alacaklı borçluyu takip etmeden önce,
elindeki bütün rehinleri paraya çevirmek zorundadır ve bu zorunluluk bir def’i
hakkı olarak borçlu tarafından alacaklıya karşı ileri sürülebilir.Ancak kefil
de, söz konusu borçluya ait İİK m.45’e dayalı def’iyi alacaklıya karşı ileri
sürmek zorunda olduğundan (BK m.497) rehnin
ne zaman verildiği önem taşımaz.”[31]
Kefil, asıl borçlu alacaklıya karşı sahip
olduğu def’i haklarını ileri sürmekten feragat etmiş olsa bile, ileri
sürülmekten borçlu tarafından feragat edilmiş def’ileri alacaklıya karşı ileri
sürebilir.Kefil, borçlu İİK m. 45’e dayalı def’i hakkından feragat etse de , bu
bu def’iyi ileri sürebilir.Kefil alacaklıya karşı münhasıran, borçlunun İİK m.
45’e dayalı def’i hakkı doğduktan sonra,
rehnin paraya çevrilmesi def’ini ileri sürebilir.Buradaki rehin kapsamına,
taşınır ya da taşınmaz, kanuni ya da akdi rehin hakları ile hapis hakkı da
girer.Rehin konusu mal, borçluya, üçüncü kişiye, hatta kefile ait olabilir.Borcu temin eden rehin konusu mal
yok olmuşsa; kefil, artık rehnin paraya çevrilmesi def’inden
yararlanamayacaktır.Ancak kefil, rehnin bu şekilde sona ermesinin alacaklıya
isnadı kabil bir olay sonucu gerçekleştiğini ispatlayarak sorumluluktan
kurtulabilir.Yavuz, “Takip sırasında, artık rehnin mevcut olmaması durumunda,
kefil bir def’i ileri süremeyecek, buna karşılık rehnin ortadan kalkması
alacaklının kusurundan doğmuşsa, o oranda borcundan kurtulacaktır.”[32]Şahan,
“Kefilin, rehnin paraya çevrilmesi def’ini ileri sürebilmesi için BK.486.
maddesinin II. Fıkrasına göre, asıl borçlunun iflas etmemiş olması veya iflas
ilan edilmeden rehnin paraya çevrilmesinin mümkün olması gerekir.BKT’nın
585.maddesinin 2. Fıkrasında konkordato mehli verilmesi durumunda da kefilin
rehnin paraya çevrilmesi def’ini ileri süremeyeceği belirtilmiştir.”[33]
BK.m.
585 f.2 c.2’ye göre “ ancak borçlunun iflasına veya kendisine konkordato mehli
verilmesine karar verilmişse, bu hüküm uygulanmaz” denilerek adi kefilin rehnin
paraya çevrilmesi defini ileri süremeyeceği durumlar belirlenmektedir.Zaten
borçlunun iflası, adi kefilin tartışma defini ileri sürmesini engelleyen bir
durumdur.İİK . m. 45’in iflas yoluna başvurmadan rehnin paraya çevrilmesi yoluyla
takibe geçilmesini her zaman mümkün görür fakat BK. m. 585 f.2 deki düzenlemede
borçlunun iflasına karar verilmişse adi
kefilin önce rehnin paraya çevrilmesini isteyemeyeceğinin belirtilmiş olmasının
bir hükmü yoktur.818 sayılı (eski) Borçlar Kanunu, adi kefilin sahip olduğu
önce rehnin paraya çevrilmesi def’ini düzenlerken, borçluya konkordato mehli verilmesinin bu
def’i ortadan kaldıracağını açıkça belirtmemişti (818 sayılı Kanun m. 486
f.2).Öğretide , borçluya konkordato mehli verilmesinin borçlunun iflasına denk
tutulması ve söz konusu def’i hakkını ortadan kaldıran etkisinin kabul edilmesi
gerektiğini ileri sürerlerdi.
Reisoğlu, “Rehnin kefaletten önce veya aynı zamanda verilmiş olması şartı—maddede
bir sarahat bulunmasına rağmen—üçüncü şahıslar tarafından verilen rehinler
içindir (32).Kefil mevcut rehinleri göz önünde tutarak taahhüt altına girdiği
için, ilkönce bunlara müracaat edilmesini talep edebilecektir.Üçüncü şahıslar
tarafından kefilin taahhüdünden sonra verilen rehinler için ise aynı iddia
ileri sürülemiyecektir.Meğer ki sonradan üçüncü şahıslar tarafından verilecek
rehinlerden de, kefilin istifade edeceği kefalet senedinde sarih bir şekilde kararlaştırılmış olsun
(33).Rehnin asıl borçlu tarafından verilmesi halinde ise, ---- kefalet
taahhüdünden evvel veya sonra--- ilkönce ona müracaat edileceğine şüphe
yoktur.Esasen alacaklı ilkönce borçluyu takip zorunda olduğundan, ona ait olan
mallar, bu arada verilmiş olan rehinler de takibata uğrayacaklardır(34).[34]
Reisoğlu, “Asıl
borçlunun ve üçüncü bir şahsın aynı zamanda rehin vermeleri halinde Federal
Mahkeme neşredilmemimiş bir kararında (35), BK 486/II nin kıyasen tatbiki
neticesinde, ilkönce asıl borçlu tarafından verilmiş rehnin paraya çevrilmesi,
arta kalan alacak için üçüncü şahsın rehnine müracaat edilmesini kabul
etmiştir.”[35]
b.Müteselsil
kefalet
BK. m. 586 f. 1’e göre “kefil, müteselsil
kefil sıfatıyla veya bu anlama gelen herhangi bir ifadeyle yükümlülük altına
girmeyi kabul etmişse, alacaklı, borçluyu takip etmeden veya taşınmaz rehnini
paraya çevirmeden kefili takip edebilir.Ancak bunun için borçlunun ifada
gecikmesi ve ihtarın sonuçsuz kalması veya açıkça ödeme güçsüzlüğü içinde
bulunması gerekir”.Böylece müteselsil kefil, tartışma definden
yararlanamamaktadır.Alacaklının müteselsil kefile başvurabilmesi için, adi
kefalette olduğu gibi asıl borçlu hakkında borç ödemeden kesin aciz belgesi
elde etmesi gerekmez fakat alacaklının ifada geciken esas borçluyu sonuçsuz
kalacak biçimde ihtar etmesi, müteselsil kefile başvurabilmesi için gereklidir.
Öz, “Müteselsil kefalette kefile doğrudan
başvurmak için, “borçlunun ifada gecikmesi ve kendisine yapılacak ihtarın
sonuçsuz kalması” veya “açıkça ödeme güçsüzlüğü içinde olması”nın gerektiği
düzenlenmiştir (m.586/1).(Burada gecikme herhalde temerrüt olarak anlaşılacak;
ihtarda süre verilmemişse en kısa zamanda ödeme yapılması aranacaktır).Eski
Kanunda sadece, alacaklının rehinleri nakde çevirmeden müteselsil kefile
başvurabileceği, ifade edilmişti (m.487).” ifade etmiştir.[36]
“Eğer asıl borçlu, ifada gecikmemiş veya
ifada gecikmiş ama ihtar sonuçsuz kalmamış yani ihtardan sonra ödemişse veya
asıl borçlu açıkça ödeme güçsüzlüğü içinde değilse, alacaklı önce asıl borçluyu
takip edebilir veya taşınmaz rehnini paraya çevirir, ondan sonra müteselsil
kefile gider.Kısaca müteselsil kefalette asıl borcun vadesi gelmiş, borçlu
ödeyecek durumda, gecikme söz konusu değil ya da geciktiği için ihtar çekilmiş
ama ihtardan sonra ödenmiş ise alacaklı önce müteselsil kefile gidemez.Aksi
takdirde, müteselsil kefil önce borçlunun takip edilmesi veya mevcut olduğu
takdirde ipoteğin paraya çevrilmesi def’ini ileri sürebilecektir.”[37]
Esas borçlunun ifada gecikmiş sayılması için,
muaccel olmuş esas borcun ifa edilmemiş olması yeterlidir.Muacceliyetten sonra
bir sürenin geçmesi gerekli değildir.Söz konusu ihtarın temerrüt ihtarıyla
karıştırılmaması gerekir.Temerrüt için ihtarın gerekmediği hallerden biri
bulunsa bile, müteselsil kefile başvurabilmek için esas borçlunun ihtar edilmesi yine de
gereklidir.İfada geciken esas borçlunun ihtar edilmesi gereğini ortadan
kaldıran yegane durum, esas borçlunun iflas etmesi, ödemelerini tatil etmesi,
konkordato isteminde bulunması, ödeme güçsüzlüğünün göstergesi olarak
değerlendirilebilir.
Karahasan,
“Dayanışmalı kefillikte , alacaklı
dilerse doğrudan kefile başvurabilir; kefil tartışma savu ile önce rehnin
paraya çevrilmesi savundan yararlanamaz.Bu tür kefilliğin yan (fer’i) niteliği
gereği, dayanışmalı kefillik, baş borcun yazgısını paylaşır.Baş borcun
geçersizliğinin dayanışmalı kefilliği de geçersiz kılması ve öte yandan
dayanışmalı kefilin baş borçlunun savularından yararlanması, bu tür kefilliğin
yan niteliğini kanıtlar.Dayanışmalı kefilliğin varlığı için, dayanışmalı olarak
kefillik altına girmek iradesi, sözleşmeden açıkca anlaşılmalıdır51.”[38] ifade
etmektedir.
Şimdi de konuyla ilgili
Yargıtay kararlarını sergileyelim:
a)
“Davalı üçüncü kişi durumunda olan
kiracının gerçekleşecek kira borçlarına müteselsil
kefildir.Bu kefaletin geçerliliğinin sınırı asıl kira sözleşmesinin kira
şartının geçerliği oranındadır.Başka bir deyimle, kira sözleşmesindeki kira şartı hangi sınır ile geçerli ise kefalet
sözleşmesinin müşterek borçlu ve müteselsil kefile yüklediği borçta o sınır ile
oranlıdır.Kiracı Mayıs ve Temmuz ayları için sözleşmede kararlaştırılan
kira parasını ödemiş ise de bunun yetersizliği sonradan belirmiş ve taraflar
buna itiraz etmemişlerdir.Geçerli kira sözleşmesinde kararlaştırandan ayda 125
lira daha eksiktir.O halde ödendiğinde birleşilen bu üç ay için sözleşmeye göre
verilen cevapla davacının mal varlığında 375 lira dayanıksız bir zenginleşme
gerçekleşmiştir.Bu zenginleşme kiracının davacı ile başka bir kişisel
ilişkisinden değil, iş bu kira sebebine
bağlı bir zenginleşmedir.Kefil Borçlar
Kanunu’nun 143’ncü maddesi hükmünce asıl
borçlunun şahsi ilişkisinden doğan mahsup savunmasını kefalet borcu için ileri
süremez ise de, asıl borçlunun kefalet yüzünden doğan müşterek mahsup
savunmasını ileri sürebilir.Müteselsil bir borçlu müşterek bir def’i
dermeyan etmediği takdirde bundan dolayı diğer müteselsil borçlulara karşı
mesul olur.O halde mahkemenin 1/8/1962 den sonra ödenmeyen kira borçları için
kefilin savunmasını esas tutarak daha evvel asıl borçlu tarafından ödenmiş
kısımları indirip artan kısımdan sorumlu tutulmak gerektir.”(4.HD. 15/7/1965 T.4227 E. 3796 K.).
b)
“Müteselsil kefil asıl sözleşmenin
geçersiz olduğunu her zaman bildirebilir.Nitekim ahlaka aykırı bir sözleşmeden doğan borca müteselsil kefil olan kişi
asıl sözleşmenin geçersiz olduğunu her zaman bildirmek hakkına haizdir.O
halde Avukatlık Yasasının 128’inci maddesi hükmünce avukatlık ücret
sözleşmesinin geçerliliği yazılı olmasına bağlı kılındığından ve bu sözleşmede
asıl iş sahibi Hasanın onansız mühürü bulunduğundan mühür davalı Hasan
tarafından inkar edildiğinden asıl borcu Hasan ile yapılmış sözleşmenin, mührün
Hasana ait olduğu anlaşılmadıkça varlığından ve geçerliliğinden söz
edilemez.Sonuç bu olunca hukukça var
sayılmayan bir sözleşmeye müteselsil kefalet var ve geçerli sayılamaz.Bu
sonuç müteselsil borçlulardan her birinin asıl borçlu olması karşısında
müteselsil kefilin borcunun feri
olmasının bir sonucudur.Bu duruma göre
alacağın müteselsil kefilden istenmesi mümkün değildir.Günü belirtilen
sözleşmenin yazılış şeklinden müteselsil kefil durumunda olan davalı Duralinin
asıl borçlu durumunda olan Hasanın eylemini yüklendiğide ileri sürülemeyeceğinden
müteselsil kefile yöneltilen davanın kefaletin açıklanan nedenlerle geçerli
olmaması esası benimsenerek reddedilmesi gerektir.”(4. HD. 28/11/1968 T. 4053 E.9218 K.)
Müteselsil
kefil, teslime bağlı taşınır rehni veya alacak rehni bakımından önce rehnin
paraya çevrilmesi def’ine sahip kılınmıştır.Bu tür rehinlerin kefaletten önce
veya sonra verilmiş olması müteselsil kefilin def’i hakkını kullanması
bakımından fark yaratmaz.Aynı zamanda esas borçlu veya üçüncü kişi tarafından
verilmiş olması da farksızdır.İsviçre Hukukunda, alacaklının, teslime bağlı
taşınır rehni ve alacak rehnini paraya çevirmeden müteselsil kefile
başvurabileceği kararlaştırılabilir (İsv.BK. m. 496 f. 2).BK. m. 586 f.2’de
böyle bir olanak yoktur.
BK.
m.582 f.son’un “kanundan aksi anlaşılmadıkça kefil, bu bölümde kendisine
tanınan haklardan önceden feragat edemez” ve müteselsil kefil kısmen sahip
olduğu önce rehnin paraya çevrilmesi def’inden vazgeçemeyecektir.Alacaklının
teslime bağlı taşınır rehni ve alacak rehnini paraya çevirmeden müteselsil
kefile başvurabileceği haller BK.m.586 f.2 c.2’de gösterilmiştir.”Alacak
teslime bağlı taşınır rehni veya alacak rehni ile güvenceye alınmışsa,
müteselsil kefalette de rehnin paraya çevrilmesinden önce kefile
başvuralamayacak; ancak, alacağın rehnin paraya çevrilmesi yoluyla tamamen
karşılanamayacağının önceden hakim tarafından belirlenmesi veya borçlunun iflas
etmesi ya da konkordato mehli verilmesi hallerinde, rehnin paraya
çevrilmesinden önce de kefile başvurabilecektir.(m.586/2).”[39]
Bundan başka, alacağın rehnin paraya
çevrilmesi yoluyla tamamen karşılanamayacağı önceden hakim tarafından
belirlenirse de doğrudan müteselsil kefile başvurulabilir.Hakim alacağın ne
kadarının rehnin paraya çevrilmesi yoluyla karşılanabileceği ne kadarının karşılanamayacağını
kararında açıkça göstermelidir.Alacağın açıkta kalacak kısmı için rehnin paraya
çevrilmesinden önce müteselsil kefile başvurabilir.Alacağı karşıladığı
kadarıyla teslime bağlı taşınır rehni ve alacak rehnini öncelikle paraya
çevirme zorunluluğu devam eder.
“Ancak
“Tüketici kredisinin teminatı olarak şahsi teminat verildiği hallerde, kredi
veren, asıl borçluya başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez” (TKHK.
m.10 f.3 c.son).Yine konut finansmanı sisteminde, “Kullanılan finansmanın teminatı
olarak şahsi teminat verildiği hallerde, konut finansman kuruluşu asıl borçluya
ve diğer teminatlara başvurmadan, kefilden borcun ifasını isteyemez” (TKHK.
m. 10/B f.8).”[40]
Müteselsil kefalette kefilin sorumluluğunun
tali niteliği adi kefalete oranla zayıflamıştır fakat fer’i niteliği adi
kefalette olduğu gibidir.Müteselsil kefaletin olabilmesi için müteselsil
kefalet altına girmek iradesi açıkça sözleşmede yazmalıdır.Ticari borçlara
kefalet halinde, sözleşmede aksi kararlaştırılmadıkça, gerek asıl borçlu ile
kefil, gerek kefiller arasındaki ilişkilerde teselsül hükmü cari olur (TK.
M.7f.2).İcra zaptına geçirilen kefaletler de müteselsil kefalet
hükmündedir.(İİK. m. 38 c.2).
“Kefalete
talilik (solidaritat) zaruri bir unsur olmadığından, bu vasfın ortadan kalkması
müteselsil kefilin kefalet hükümlerine tabi olmasında bir değişiklik meydana
getirmeyecektir.Ancak kanun vazıı dahi, müteselsil kefaletin kefalet
hükümlerine değil, fakat müteselsil borçluluk hakkındaki hükümlere tabi
tutulabileceği endişesi içinde ve böyle bir yanlış anlamayı bertaraf etmek
gayesiyle BK487.maddenin son fıkrasında <<Bu babın hükümleri bu nev’i
kefalete de tatbik olunur>>, demek lüzumunu duymuştur.İsviçre kefalet
hukukunun revizyonunda, bu fıkra lüzumsuz olduğu gerekçesi ile kanundan tamamen
çıkarılmıştır.Müteselsil kefaleti adi kefaletten ayıran başlıca hususiyet,
alacaklının asıl borçluya müracaat etmesine, rehinleri paraya çevirmesine lüzum
kalmadan doğrudan doğruya kefile müracaat edebilmesidir.”[41]
“Kefalet
sözleşmesinde kefilin müteselsil kefil olarak yükümlülük altına girdiği açıkça
anlaşılmalıdır151.Mutlaka müteselsil kefil ibaresinin yer alması
gerekmez.Ancak kefalet sözleşmesindeki ifadelerden müteselsil kefil olmak
istediğinin anlaşılması gerekir152.BK’nun 487.maddesinde kefilin,
“borçlu ile beraber müteselsil kefil ve müşterek müteselsil borçlu sıfatı ile
veya bu gibi diğer sıfatla borcu deruhte” etmesi gerektiği ifade
edilmektedir.Doktrinde kanundaki bu ifadenin isabetli olmadığı ileri
sürülmektedir.Çünkü müteselsil kefalet ile müteselsil borçluluk aynı şey
değildir153. Ancak uygulamada kanunda belirtilen ifade aynen
kullanıldığından, böyle bir ifade biçimiyle karşılaşıldığında müteselsil kefaletin
var olduğunu kabul etmek gerekir154.”[42]
“Müteselsil
kefaletin, kefil aleyhine olmak üzere alacaklıya sağladığı en büyük fayda, borç
muacceliyet kazanır kazanmaz--- kefalet için ayrı bir vade mevcut
değilse---- kefile müracaatla alacağın talep edebilmesidir (44).Tatbikatta
kefiller ekseriya asıl borçludan daha iyi durumda olduklarından, alacaklı
müteselsil kefile müracaatı tercih edecektir.Halbuki bazı hallerde borçlu tam
bir tediye kabiliyetini haizdir, kendisine müracaat edilse belki de borcunu
ödeyecektir.Ancak kanun vazıı alacaklıya böyle bir mükellefiyet
yüklemediğinden, bu durum kefilin aleyhine olmaktadır.”[43]
c.Toplu Kefalet
aa)Bağımsız toplu kefalet:Birden fazla kimsenin birbirinden habersiz
şekilde aynı borca kefil olmaları
durumunda bağımsız toplu kefalet sözkonusudur.Bu tür kefalete gerçek olmayan
anlamda birlikte kefalet de denilmektedir.Bu durum, 818 sayılı (eski) Borçlar
Kanunu’nda düzenlenmemişdi.Tandoğan, “Bir
kefil kefalet senedini imzaladıktan sonra aynı borç için başka kefillerin de
mevcut olduğunu öğrense bile onlarla olan ilişkisi gerçek olmayan anlamda
birlikte kefalet mahiyetinde kalır.Bu çeşit kefalette kefillerden hiç biri
borcun kısmen diğer kefil tarafından
tediyesi def’ini ileri süremez.Buna karşılık , her biri kural olarak tartışma
def’inden yararlanırBu kefillerden biri borcun tamamını öderse, doktrinde
çoğunluğun fikrine (30) ve Federal Mahkemeye göre (31), diğerlerine karşı
hiçbir rücu hakkına sahip değildir.Buna karşılık von Tuhr (32), burada ödemede
bulunan kefilin borçtan kurtardığı diğer kefillere karşı bir sebepsiz
zenginleşme davası açabilmesini hakkaniyete uygun bulmaktadır.”[44]
Fakat BK. m.587 f.son, İsv.BK. m.497 f.son’a
uygun olarak, bağımsız toplu kefaleti ele almıştır.Buna göre, “birbirlerinden bağımsız olarak aynı borç
için kefil olanlardan her biri, kefalet borcunun tamamından sorumlu olur.Ancak,
borcu ödemeyen kefil aksine anlaşma olmadıkça, diğerlerine toplam kefalet
miktarındaki payı oranında rücu hakkına sahiptir”.Bu sonuç, 818 sayılı
Kanun çerçevesinde de hakkaniyet gereği kabul edilmekteydi.818 sayılı
Kanun’daki düzenleme eksikliğine rağmen, ödemede bulunan kefilin, borçtan
kurtardığı kefillere karşı belirli bir pay üzerinden sebepsiz zenginleşme
talebinde bulunabileceği ileri sürülmekteydi.
bb)Kısmı kefalet:Bu tür kefalet, ne Borçlar Kanunumuzda ve ne de
İsviçre Borçlar Kanununda düzenlenmiş değildir.Bu tür kefalette, birden fazla
kefilden her biri, diğer kefillerden bağımsız olarak ve diğer kefillerden
sorumlu olmaksızın, bir borcun bir kısmı için kefil olmaktadır.
cc)Birlikte kefalet:Birlikte kefalet,birden fazla kefilin, aynı borca,
müştereken kefil olmaları halidir.Gerçek birlikte kefalet BK. m.587’de
düzenlenmiştir.Birlikte kefaletin olması için üç unsurun gerçekleşmesi
gerektiği sonucuna varılır.
(a)Birden fazla kişi,
aynı ve tek bir borca kefil olmalıdır.Bu durum, borçlu ya da borçluların ve
hukuki sebebin aynı olmasından sonuçlanır.Bir borcun belirli bir kısmı için de
birlikte kefil olunabilir.Böyle bir aynıyetin müteselsil borçlulukta
sağlanması, kefaletin tüm borçluları
kapsamasıyla mümkün olabilecektir; aksi halde bir ayniyetten
sözedilemeyecektir.Bu şekilde herhangi bir borca –hatta kefalet yahut rücua
kefalet taahhüdüne de—kefil olunabilir.O halde müteselsil borçlulukta her müteselsil
borçlu için ayrı ayrı kefil olunmasında yahut aynı borçlunun aynı alacaklıya
olan birden fazla borçları için her borca ayrı ayrı kefil olunmasında, birlikte
kefalet özelliği yoktur.
Gümüş,
“Birlikte kefaletin varlığı için
kefiller için asıl borçlu kadar, asıl borcun da özdeş olması gerekir.Diğer bir
deyişle kefillerin aynı borçlunun aynı borcuna kefil olması birlikte kefaletin
varlığı için zorunludur.Aynı borçlunun aynı alacaklı karşısındaki farklı
borçları için kefil olan kişiler birlikte kefil sayılmaz.Buna göre örneğin K1
ve K2, birbirlerinden haberdar olarak birlikte veya ayrı ayrı B’nin 1000TL’lık
borcunun tamamı için kefil olmuşlarsa veya K1, 1000TL’lık borcun tamamı için
K2, borcun 600 TL’lık kısmı için kefil olmuşsa, birlikte kefalet mevcuttur.”
ifade etmektedir.[45]
Reisoğlu , “Birlikte
demek, sadece objektif olarak aynı borcu birden ziyade kefilin yüklemesi demek
değildir.Ayrıca burada kefiller arasında sübjektif bir münasebetin bulunması
lazımdır.İşte bu sübjektif unsurdur ki, birlikte kefaleti, yukarda temas
ettiğimiz <<gayri hakiki birlikte kefalet>> ten ayırmaktadır.”[46]”Aynı
borç için birden çok kefilin bulunması halinde, birlikte kefaletin mevcudiyeti
için mutlaka bir anlaşma yapılmasına ihtiyaç yoktur (51).Birlikte kefil
olunduğu hususunun sarih olarak kefalet senedinde belirtilmesi de lüzumlu
değildir.Zımni olarak veya hususi durumlar göz önünde tutularak birlikte
kefalete hükmolunabilir.”[47]
b)Yukarıda açıklanan
bağımsız toplu kefaletten farklı olarak, birlikte kefalette, birden fazla
kefilin müşterek bir kefalet taahhüdü altına girmeleri gerekir.Ancak burada
birden fazla kimsenin aynı borca her biri diğerinin veya diğerlerinin de kefil olduğunu veya
olacağını göz önünde tutarak kefil olmaları yeterli olup aralarında bu konuda açık
bir anlaşma yapmalarına gerek olmadığı gibi aynı anda kefalet taahhüdü altına
girmeleri de aranmaz.İlk şartın, kefiller arasında bir objektif bağın bulunması
ve bu şartın da kefiller arasında bir sübjektif bağın bulunması şeklinde ifade
edilmesi imkanı vardır.BK. m. 587 f.3’e göre, “alacaklı, kefilin aynı alacak için başka kişilerin de kefil olduğunu
veya olacağını varsayarak kefalet ettiğini biliyor veya bilmesi gerekiyorsa, bu
varsayımın sonradan gerçekleşmemesi veya kefillerden birinin alacaklı
tarafından kefalet borcundan kurtarılması ya da kefaletinin hükümsüz olduğuna
karar verilmesi durumunda kefil, kefalet borcundan kurtulur”.
Gümüş, “İki veya daha çok kefil, birbirinden
haberdar olarak asıl borcun sadece belirli bir kısmından sorumlu olmayı,
taahhüt etmesi durumunda birlikte kefalet mevcut değildir.Örnek:K1 B’ye ait
1000 TL’lık borcun 600TL’sından; K2
400TL’sından sorumlu olmayı taahhüt etmektedir.Dolayısıyla bu durumda bir
kefaletlerin yığılması hali söz konusudur ve (adi) birlikte kefalet mevcut
olmadığından kefillerin diğer kefilin payından kefile kefil olarak sorumluluğu
mevcut değildir.”
ifade etmektedir.[48]
(c
) 818
sayılı (eski) BK. m. 488 f.1’de, birlikte kefalet için, birden fazla kişinin
bölünebilir (mütecezzi) bir borca kefil olmaları gerektiği ifade
edilmekteydi.Bu ifade biçimi yerinde değildi.Kefilin borcu, zorunlu olarak bir
para borcu olduğuna göre her zaman bölünebilir niteliktedir.Birlikte kefalet
için para borcu niteliğindeki kefalet borcunun bölünebilmesi yeterli olup,
ayrıca esas borcun da bölünebilir olmasını aramağa gerek yoktur.BK. m. 587 f.1
bu gerçeğe uygun olarak biçimlendirilmiş, esas borcun bölünebilir olmasına hiç
değinmeyerek, birden çok kişinin aynı
borca birlikte kefil olmasından söz etmiştir.
Bu şartlar dışından birden fazla kefilin
kefalet taahütlerinin aynı nitelikte ve aynı kapsamda olması şart
değildir.Örneğin birlikte kefillerin biri veya birkaçı adi birlikte kefil ve
diğerleri de müteselsil birlikte kefil olabilir.Aynı şekilde kefalet şartları
ve süreler de farklı olabilir.
Gerçek birlikte kefalet adi veya müteselsil
olabilir.Şöyle ki:
(i)
Adi
birlikte kefalet:BK. m. 587 f.1’e göre “ birden çok kişi, aynı borca birlikte kefil
oldukları takdirde, her biri kendi payı
için adi kefil gibi, diğerlerinin payı için de
kefile kefil gibi sorumlu olur”.BK. m. 587 f.1’in uygulanabilmesi
için, asıl borcun bölünebilir nitelikte olup olmaması önemli değildir.Kefilin
borcu bir para borcu olarak her zaman bölünebilir niteliktedir ve adi birlikte
kefalete bağlanan sonuçların uygulanabilmesi için bu yeterlidir.
Öz, “
Birlikte kefalette, aksine anlaşma olmadıkça , borcu ödeyen kefilin, borçluya rücudan önce, kendi
paylarını ödememiş olan kefillere bu oranda rücu edebileceği düzenlenmiştir
(m.587/1).Eski Kanunda bir kefilin borçluya rücudan önce diğer kefillere rücu
hakkı açıkça belirtilmemişti.(m.488).”[49]
ifade etmektedir.Tandoğan, “Şekil bakımından yalnız pay değil, bütün sorumluluk
tutarı da kefalet senedinde gösterilmelidir (35). Kefilin borcu asıl borçlunun
yerine onun edimini aynen yapmak olmayıp bir tazminat ödemekten ibaret olduğu
cihetle, bölünmesi kabil olmayan bir borç için birlikte kefil olanlar hakkında
da BK. md. 488 f.I’in uygulanması kabildir (36).” ifade etmektedir.[50]
Birlikte kefil, adi kefilin sahip olduğu
yukarıda belirlenen def’i imkanlarından ayrı olarak alacaklının ancak sorumlu
olduğu payı oranında kendisine başvurmasını sağlamak için bölme def’inde
bulunabilir.Şekil bakımından her kefilin bütün sorumluluk tutarının senette
gösterilmesi gerekir; her kefilin payına düşecek sorumluluk önceden açıkça
tespit edilmemişse, her biri eşit paylarla sorumlu olurlar.Kendi payından fazla
ödemede bulunan birlikte kefil, diğer kefillere payı oranında rücu edebilir.Eğer kefillerden biri kendi
payını ödemekten aciz ise, diğer kefillerin onun payını kefile kefil sıfatıyla
ve payları ile orantılı olarak ödemeleri gerekir.Birlikte kefiller, aralarında
anlaşarak kefile kefil sıfatıyla sorumluluğu kaldırılabilirler.Birlikte kefalet,
karine olarak adi birlikte kefalet niteliğindedir.
“Özet : Kefil, asıl borçluya ait kişisel
def’ilerden yararlanabilir.
TTK’nın
688/7. Maddesi gereğince, takip konusu belgenin kembiyo vasfını taşıması için
(… senedi tanzim edenin imzasını) ihtiva etnesi zorunludur.Anılan maddede
sorumluluk için sadece imzadan söz edilmiş , birden fazla imzanın bulunması
koşul olarak kabul edilmemiştir.TTK.nun 690.maddesi göndermesiyle bonolar
hakkında da uygulanması gereken 589.maddesi gereğince, şirketin münferit temsilcisinin
şirket kaşesi dışında senet üzerine atmış olduğu imzanın kendisini
sorumluluktan kurtaracağı düşünülemez.Yine, TTK’nın 690.maddesi göndermesi ile
bonolar hakkında da uygulanması gereken aynı Kanunun 613. ve 614/1. maddeleri
gereğince, keşideci imzası dışında bononun ön yüzüne konulan her imza aval
şerhi sayılır.Aval için sadece imza yeterli olup, ayrıca ad ve soyadın
yazılması gerekmez.
Takip konusu bononun tanzim eden bölümde
borçlu Kuzey Otomotiv Uluslar Arası Ticaret ve San. Ltd. Şti. ismi yazılı olup
iki imza mevcuttur.Bu imzaların ise borçlu Derya Kartoz’a ait olduğu ihtilafsızdır.Bu
durumda imzalardan birisinin şahsen, diğerinin ise şirket adına atıldığının
kabulü gerekeceğinden bonoyu imzalayan Derya Kartoz aval veren durumunda
bulunmaktadır.
Öte yandan, borçlular vekilinin icra
mahkemesine başvurusunda borca karşılık 44.500,00 TL ödeme yaptıklarını ileri
sürerek borca itiraz ettiği görülmüştür.İİK’nın 170/a-son maddesinde (her ne suretle olursa olsun, … borç kısmen
veya tamamen kabul edilmiş ise) alacaklının kambiyo hukuku uyarınca takip
hakkına sahip bulunmadığı nedeni ile takibin iptal edilemeyeceği hükmüne yer
verilmiştir.Borçlular vekili icra mahkemesine başvurusunda borcu kabul ederek
ödediğini ileri sürdüğünden mahkemece İİK. 170/a maddesine dayalı olarak takibin iptaline karar
verilmesi yasaya uygun
bulunmamıştır.(Yargıtay 12. HD., 15.06.2010, E.2010/3441, K.2010/15203).”[51]
“Özet: Vekaletname ile açıkça yetki verilmiş
ise, asil adına yapılan kefalet sözleşmesi geçerli olur ve kefili bağlar.
Davalı tarafından ibraz edilen vekaletname
incelendiğinde Ekrem Tosun tarafından dava dışı Hasan T.’nin Küplü Tarım Kooperatifinden kendisi nam ve
hesabına kredi almayı, ahzu kabzı, adına diğer
ortaklara müşterek müteselsil borçlu sıfatı ile kefil olmayı da içerecek
şekilde yetkili kılınmış olduğu anlaşılmıştır.Davacı bu vekaletnamenin geçersiz
olduğunu, vekilin azledilmiş bulunduğunu ileri sürmemiş, alınan vekaletname ile
kendisi adına kefil sıfatı ile imza
atılamayacağını ileri sürmüştür.Vekaletname incelendiğinde dava dışı Hasan
Tosun’un söz konusu vekaletnameye dayalı olarak davacı adına diğer ortakların
borcuna kefil olmasının mümkün olduğu anlaşılmıştır.Mahkemece, vekaletnamede
kefil olunacak borç miktarın gösterilmemesi nedeniyle bu vekalete dayalı olarak
geçerli bir kefalet sözleşmesi düzenlenmesinin mümkün olmadığı belirtilmiş
ise de kefalet sözleşmesinin geçerli
olması için gerekli unsur olan kefil olunacak miktarın belirtilmiş olması
yönündeki yasal şartın kefil olma yetkisini tanıyan vekalet sözleşmesi için
öngörülmemiş olmasına göre vekalet sözleşmensin geçerliliği için yasanın
öngörmediği bir hususun geçerlilik şartı
olarak kabul edilmesi doğru görülmemiştir.Bu durumda, davacı tarafından
dava dışı Hasan Tosun’a kefil olma yetkisini veren vekaletnamenin geçerli
olduğunun kabul edilerek mahkemece takibe bunu kredi sözleşmesinde davacı Ekrem
T.’ye atfen atılan imzanın aslında anılan vekaletnameye dayalı olarak vekil kılınan dava dışı Hasan
Tosun tarafından atılıp atılmadığının tespiti gerekmektedir.O halde mahkemece,
davalı kooperatifin savunmasının üzerinde durularak takibe konu kredi
sözleşmesinde davacı Ekrem T. adına atılmış bulunan imzanın Hasan T.’ye ait olup olmadığının tespiti için dava dışı Hasan T.’nin
dinlenmesi, Hasan Tosun’un imza inkarında bulunması halinde kredi sözleşmesine
atılı bulunan imzanın Hasan T.’ye ait olup olmadığının imza incelemesi
yaptırılmak suretiyle tespit edilmesi, sonucuna göre imzanın Hasan T’ye ait olduğunun anlaşılması halinde yetkili
vekil tarafından imzalanmış sözleşmeden dolayı davacının sorumlu tutulması
gerekirken, mahkemece vekaletnamede kefil olunacak miktarın gösterilmediği,
sözleşmenin Hasan T. Tarafından davacıya vekaleten imzalandığının
anlaşılamadığı gerekçesiyle yazılı şekilde eksik incelemeye dayalı olarak
davacının borçlu olmadığının kabulüne karar verilmesi doğru görülmemiş, kararın
bu nedenlerle bozulması gerekmiştir.(Yargıtay
11.HD., 20.05.2010, E.2010/6336, K.2010/5641).”[52]
(ii)Müteselsil birlikte kefalet:Müteselsil
birlikte kefalet, kefillerin sadece kendi aralarında müteselsilen tekeffülde
bulunmaları şeklinde olabileceği gibi onların hem kendi aralarında hem de
borçlu ile birlikte müteselsilen taahhüt altına girmeleri şeklinde de
olabilir.İlk durumda kefiller, aralarında sadece bölme def’inden feragat etmeyi
kararlaştırmaktadırlar; ikinci durumda ise, hem bölme def’inden hem de tartışma
def’inden feragat sözkonusudur.Yine belirtilmelidir ki tarafların aralarında sadece tartışma def’inden
feragat edip bölme def’ini saklı tutmaları mümkündür.Tereddüt halinde
kefillerin hem bölme hem de tartışma def’inden feragat ettikleri kabul
olunmalıdır.
Öz, “Borçluyla
birlikte veya kendi aralarında müteselsil kefil olarak yükümlülük altına giren kefillerden herbirinin, kendisiyle birlikte
daha önce veya aynı zamanda müteselsilen yükümlülük altında bulunan ve
Türkiye’de takip edilebilen bütün kefillere karşı takibe girişilmiş olmadıkça,
kendi payından fazlasını ödemekten kaçınabileceği; bir kefilin bu hakkı diğer
kefillerin kendi paylarını ödemiş veya ayni güvence sağlamış olmaları durumunda
da kullanabilecekleri, düzenlenmiştir.(m.587/2).Eski Kanunda birlikte kefalette
böyle bir bütün kefillere karşı takibe girişilmediği def’i yoktu (m.488).”[53]
ifade etmektedir.
BK.
m.587 f.2’ deki düzenleme, müteselsil birlikte kefillere sınırlı olarak bölme
def’inden yararlanabilme hakkı vermiştir.Alacaklı tarafından kendisinden
talepte bulunulan kefil, kendisiyle birlikte veya kendisinden önce müteselsilen
yükümlülük üstlenen ve Türkiye’de takibi mümkün olan diğer kefillerin hepsine karşı takibe geçilmiş
olmadıkça, kendi payından fazlasını ödemekten kaçınabilir.Müteselsil birlikte
kefillerin hepsi hakkında takibe geçilmesiyle birlikte, her bir kefil, esas
borcun yerine getirilmemesinin sorumluluğunu bütünüyle taşır.Bu durumda kendi
payından fazla ödemeyi reddemez ve sorumluluğun kefiller arasında
paylaştırılması hakkını kaybeder.Alacaklı, müteselsil birlikte kefillerin hepsi
hakkında takibe geçtikten sonra, aralarından biri hakkındaki takibi sonuçlandırmakla
yetinebilir.
Gümüş, “Eğer
iki ya da daha fazla kişi birbirlerinden- veya en azından biridiğerinden-
haberdar olarak, “borçlunun alacaklıya olan aynı bölünebilir veya bölünemez
borcu için “tam borç için sorumlu olacak şekilde” kefil olmuşlarsa, adi
kefaletin bir türü olarak müteselsil birlikte kefalet mevcuttur.”[54]”BK
m.488/c.2’nin lafzına uygun olarak öğretide “birlikte kefillerin kendi
aralarında teselsülü kararlaştırmaları” olarak adlandırılan müteselsil birlikte
kefalette kefiller, alacaklıya karşı bölme def’inden feragat etmekte ve borcun
tamamı için sorumlu olmayı taahhüt etmektedir.” ifade etmektedir.Feragat
sadece bölme def’i ile sınırlı kalmakta,
kefillerin borcu talilik özelliğini korur ve bu yüzden her bir kefil, tartışma
ve rehnin paraya çevrilmesi def’ine sahip olmaya devam etmektedir.[55]
Yavuz, “Birlikte kefillerin tartışma ve taksim
def’inden birinden veya her ikisinden de feragatlarına göre farklı bir durum
ortaya çıkar.Taksim def’inden feragat, birlikte kefillerin asıl borçlu ile
birlikte olmaksızın borcu kendi aralarında müteselsilen yüklenmelerini
deyimler.Burada alacaklı ilk önce asıl borçluyu takip zorundadır.Asıl borçlunun
iflası hakkındaki takibin sonuçsuz kalması veya Türkiye’de takibin olanaksız
olması halinde veya mevcut rehinlerin paraya çevrilememesinden sonradır ki
alacaklı kefilleri takip edebilir.Fakat o takdirde, kefilleri payları oranında
takip zorunda değildir; istediği kefilden alacağının tamamını isteyebilir.”[56]
ifade etmektedir.
“Özet: BK’nın 487.madde hükmüne göre
müteselsil kefalet halinde, alacaklı asil borçluya müracaat etmeden ve şayet
rehin verilmiş ise bunu nakte çevirmeden kefil hakkında takibe geçebilir.
Davacı
vekili, müvekkili banka ile dava dışı borçlu arasında imzalanan ticari
nitelikli taşıt ile konut kredi sözleşmesinde davalının kefil sıfatı ile imzasının
bulunduğu, kredi borcunu ödememesi üzerine girişilen takibe davalının itiraz
ettiğini, itirazın haksız olduğunu belirterek iptali ile %40 tazminata karar
verilmesini talep ve dava etmiştir.
Davalı davaya cevap vermeyip, yargılamaya da
katılmamıştır.
Mahkemece
yapılan yargılama sonunda, davacı banka ile dava dışı borçlu arasında imzalanan
kredi sözleşmesinde davalının kefil sıfatı ile imzasının bulunduğu, dava dışı
asıl borçlunun, (5) kredi taksitini ödemediğinin sabit olduğu, ancak davacı bankaca
dava dışı borçludan alacağını tahsil yoluna gitmeden doğrudan kefile müracaat
etmesinin mevzuata aykırı olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş,
hüküm davacı bankadan alacağı temlik alan, temlik alacaklısı şirket vekilince
temyiz edilmiştir.
Taraflar arasındaki uyuşmazlık 11.07.2003
tarihli “Ticari Nitelikli Taşıt ve Konut Kredi Sözleşmesinden”
kaynaklanmaktadır.Kredinin ticari nitelikli
olduğu anlaşılmaktadır.Davalı sözleşmeyi müşterek müteselsil borçlu
sıfatı ile 15.487.746.000.-TL kefalet limiti ile imzalamıştır.BK’nın 487.madde
hükmüne göre müteselsil kefalet halinde, alacaklı asil borçluya müracaat
etmeden ve şayet rehin verilmiş ise bunu
nakde çevirmeden kefil hakkında takibe geçebilir.Hal böyle olunca mahkemece
kredi sözleşmesinin niteliği ve anılan yasa hükmü uyarınca değerlendirme
yapılıp sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, somut olaya uygun
düşmeyen gerekçelerle yazılı şekilde hüküm kurulmasında isabet görülmemiştir.(Yargıtay 19. HD., 22.04.2010,
E.2009/6375,K.2010/4916).”[57]
TTK.mad.7 dışındaki durumlarda, kefalet
senedinden müteselsil birlikte kefil olunmak istendiğinin açıkça anlaşılması
gerekir.Şüphe halinde adi birlikte kefaletin varlığı kabul edilir.Müteselsil
kefalet olduğu kefaletin yorumu ile iradelerin hangi yönde olduğundan
anlaşılabilmesi yeterlidir[58].Teselsül
iki türlü gerçekleşebilir.Kefiller sadece kendi aralarında müteselsil
sorumluluğu kabul etmiş olabilecekleri gibi, asıl borçlu ile de müteselsil
sorumluluğu kabul etmiş olabilirler.Teselsülün kimler arasında olduğu
belirtilmemiş ise, kural olarak hem birlikte kefillerin kendi aralarında hem de
kefiller ile asıl borçlu arasında teselsülün varlığı kabul edilir.[59]
Sadece kefiller arasında teselsül varsa her
bir kefil , kefil olunan miktara kadar borcun tamamından sorumlu olacaktır.Bu
durumda birlikte kefillerin taksim def’inden feragat ettikleri kabul edilir.Bu
durumda da alacaklı ilk önce asıl borçluyu takip edecek, ancak ondan sonra
kefillere başvurabilecektir.Böylece asıl borçluya karşı giriştiği takibin semeresiz kalması üzerine birlikte
kefillere başvurmak durumunda kalan alacaklı, artık istediği kefili, payı
oranında değil ve fakat borcun tamamı için takip edebilecektir.Birlikte
müteselsil kefil, diğer birlikte müteselsil kefillerin durumunu ağırlaştıramayacağı
gibi, onların temerrüt ve kusurlarından da sorumlu olmayacaktır.Zira, birlikte
kefiller arasında teselsülün varlığı halinde, kefiller açısından BK. mad.141
anlamında teselsülden söz edilecektir.Dolayısıyla, BK.mad.144 göz önüne
alındığında, birlikte kefillerden biri bazı def’ilerden feragat ederek diğer
müteselsil kefillerin durumunu ağırlaştıramayacaktır[60].
Teselsülün
kefiller ile asıl borçlu arasında olması halinde ise, alacaklı ilk önce asıl
borçluya ve rehinleri takip etmeksizin kefillere başvurabilecektir.Bu durumda
kefillerin tartışma def’inden feragat ettikleri kabul edilmektedir.[61]Müteselsil
birlikte kefillerden her biri, sınırlı olarak bölme def’inden yararlanabileceği
durumlarda, kısmi ifada bulunma olanağından da yararlanabilirler.Bir borca
birden çok kişinin kefil olması durumunda, alacaklının, kefillerden biri
tarafından yapılacak kısmi ödemeyi, bunu öneren kefile düşen paydan az olmamak
koşuluyla, kabul etmek zorunda olduğu (m.593/1); haklı bir sebep olmaksızın
ödemeyi kabul etmekten kaçınırsa kefilin borcundan kurtulacağı; birlikte
müteselsil kefalette ise kefillerin sorumluluğunun kendilerine düşen pay
miktarında azalacağı, düzenlenmiştir (m.593/2).Eski Kanunda, sadece bir kefilin
bulunduğu gözönüne alınarak düzenleme yapılmıştı (m.501).[62]
Diğer birlikte kefillerin paylarını ödemiş
olmaları ve paylarına ilişkin ayni teminat göstermiş bulunmaları kendisinden
ödeme talebinde bulunulan müteselsil birlikte kefilin sırf kendi payıyla
sınırlı olarak ödeme yapabileceği bir diğer durumdur.[63]Borcu
ödeyen kefil, henüz kendi paylarını ödememiş olan diğer kefillere paylarıyla
sınırlı olarak rücu edebilir.Bu hak,borçluya rücudan önce de kullanılabilir.
(BK. m.587 f.2.c son).
d.Kefile
kefalet
BK. m. 588 f.1’e göre” alacaklıya, kefilin borcu için güvence veren kefil, kefil ile birlikte,
adi kefil gibi sorumludur”.Kısacası kefile kefil, alacaklıya karşı kefilin
borcunu sağlayan kimsedir.[64]Onun
borcu kefillikte üstlenilmiş yardımcı ve ek bir borçtur.Bu tür bir sözleşme
alacaklı ile kefile kefil arasında yapılır.Bu sözleşmede kefile kefilin asıl kefille müteselsillen
sorumlu olacağı da kararlaştırılabilir.Yalnız bunun müteselsil kefaletten farkı
vardır.Önce ödeyen asıl kefilin kefile kefile rücu hakkı yoktur.[65]
e.Rücua
kefalet
BK. m. 588 f.2’ye göre
“rücua kefil, kefili borçludan rücu
alacağı için güvence veren kefildir”.”Rücua kefalet sözleşmesi, ilk kefil ile
rücua kefil arasında yapılmaktadır”.[66]Rücua kefil, EBK m. 496’ya dayalı doğacak
yasal rücu borcunu borçlunun ödememesinden dolayı sorumlu olmayı yüklenir.[67]Rücua kefalette, ilk kefil ile kefalet
sözleşmesi kuran alacaklı, işlem tarafı olmayıp, “alacaklı” sıfatını borçlu
karşısındaki ilk kefil taşır; sonuçta rücua kefalet sözleşmesi ilk kefil ile
ikinci kefil arasında kurulan bir sözleşmedir.[68]Rücua kefilin sorumluluğu da, kefile
kefilinki gibi kural olarak adi kefalet hükümlerine tabidir.Ancak rücua kefilin
asıl borçlu ile müteselsilen taahhüt altına girmesi de uygundur. Örneğin banka
teminat mektupları kefalet niteliği taşıdıkları halde bunların kontrgaranları
genellikle müteselsilen taahüt altına girerler.[69]
f.Zarara (açığın
kapatılmasına) kefalet
818 sayılı (eski)
Borçlar Kanunu’nda düzenlenmemişdi;
fakat bu çeşit kefaletin yapılabilmesine herhangi bir engel yoktu.Şahan
, ”Zarara kefalette, asıl borcun tamamı için değil, sadece alacaklının asıl
borçluyu takibi sonunda elde edemediği kısım için kefil olunmaktadır.” ifade
etmektedir.İsv. BK. m. 495 f. 3’e uygun olarak, BK. m.585 f.son açığın
kapatılmasına kefaleti düzenlemiştir.Buna göre, “sadece açığın kapatılması için kefil olunmuşsa, borçlu aleyhine yapılan
takibin kesin aciz belgesi alınmasıyla sonuçlanması veya borçlu aleyhine
Türkiye’de takibatın imkansız hale gelmesi ya da konkordatonun kesinleşmesi
durumlarında, doğrudan doğruya kefile başvurabilir.Sözleşmede, bu durumlarda
alacaklının, önce asıl borçluya başvurmak zorunda olduğu kararlaştırılabilir”.
Yavuz, “Konkordato halinde, alacaklının borçlunun
konkordatosu dışında kalan alacağı için, zarara kefil, konkordato sonucu
beklenmeksizin hemen takip edilebilir; halbuki adi kefalette böyle bir durumda
adi kefil, alacağın tamamı için takip edilebilmektedir.Asıl borçlunun iflası
durumunda zarara kefil, iflas takibinin kesinleşmesi ve tasfiyenin
gerçekleşmesinden sonra alacaklının alacağının elde edemediği bölümü için takip
olunabilecektir.” ifade etmiştir.[70]
Sonuç
Bu tezin yapılmasının amacı kefaletin
türlerinin neler olduğunu neden yapıldığını ve yeni kanunda kefalete ne gibi
değişikliklerin yapıldığını göstermekti.Kefaletin hukuktaki yerinin ne olduğu
ve ne amaçla kefalet sözleşmesinin
yapıldığını göstermekti.İlk bölümde kefaletin nasıl kurulduğundan ve
özelliklerinden kefalet sözleşmesinin kimler arasında yapıldığını, kefaletin
hukuki sebebinden, kefilin ediminin konusunun para olduğunu belirttim.Kefilin
borcu aynı zamanda bir yan borçtur, asıl borca yabancı bir borçtur, kefilin
borcu tali borçtur, sadece kefile borç yükler, bağımsız bir sözleşmedir.[71]
İkinci önemli bölümde kefalet sözleşmesinin
geçerlilik şartlarının neler olduğunu; geçerli bir asıl borcun bulunması
gerektiğinden, esas bakımından geçerli bir kefalet sözleşmesinin yapılması,
kefalet sözleşmesinin yazılı şekilde yapılması gerektiğinden bahsettim.Asıl
tezimin konusu olan kefalet çeşitlerinden bahsedebilmem için ilk önce kefalet
sözleşmesinin nasıl kurulması gerektiğini anlattım.
Son
olarak tezimin konusu olan kefalet türlerini detaylı bir şekilde anlattım.Adi
kefaletin, kefaletin asıl şekli olduğundan, kefilin sahip olduğu def’i
imkanlarından, müteselsil kefilin tartışma definden yararlanamadığından ,
müteselsil kefil tartışma def’inden yararlanamasa da, önce rehnin paraya
çevrilmesi def’inden kısmen yararlanabilmesinden bahsettim.Sonra toplu
kefaletin ne olduğundan bunun çeşitlerinden; bağımsız toplu kefalet, kısmi kefalet,
birlikte kefalet (gerçek birlikte kefalet),
bağımsız toplu kefaletten birlikte kefaletin farklarından, birlikte
kefaletin çeşitlerinin neler olduğundan (adi birlikte kefalet ve müteselsil
birlikte kefaletten), kefile kefalet, rücua kefalet ve zarara kefaletten bahsettim.
[1] Cevdet
Yavuz, Borçlar Hukuku Dersleri, İstanbul: 2011,s.665.
[2] Yavuz,
s.665.
[3] Yavuz,
s.665.
[4] Yavuz,
s.666.
[5] Yavuz,
s.667.
[6] Yavuz,
s.668.
[7] Yavuz,
s.668.
[8]Yavuz,
s.669.
[9] Yavuz,
s.670.
[10]Yavuz,
s.670.
[11]
Yavuz,s.671.
[12] Mustafa
Alper Gümüş,Borçlar Hukuku Özel hükümler, İstanbul, 2010, s.546.
[13] Yavuz,
s.671.
[14] Turgut
Öz,Yeni Borçlar Kanununun Getirdiği Başlıca Değişiklikler ve Yenilikler,
İstanbul,2011,s.102.
[15] Aydın
Zevkliler,Borçlar Hukuku Özel Borç İlişkileri, Ankara,2002,s.393.
[16]
Zevkliler,s.394.
[17]
Zevkliler, s.394.
[18] Yavuz,
s.674, 675.
[19]Yavuz,
s.678.
[20] Yavuz,
s.679.
[21] Haluk Tandoğan, Borçlar Hukuku
Özel Borç İlişkileri, Ankara , 1987, s.762.
[22] Yavuz,
s.680.
[23] Tandoğan, s.763.
[24]
Tandoğan,s.764,765.
[25] Mustafa
Reşit Karahasan, Türk Borçlar Hukuku, İstanbul, 2002, s.1227.
[26] Cevdet
Yavuz, Borçlar Hukuku Dersleri, İstanbul, 2011, s.680,681.
[27]
Karahasan, s.1227.
[28] Seza
Reisoğlu,Türk Kefalet Hukuku, Ankara, 1964,
s.102.
[29] Öz,
s.104.
[30]
Yavuz,s.681.
[31] Gümüş,
s.575.
[32] Yavuz,
s.93.
[33] Gökhan
Şahan, Kefalet Sözleşmesinin Sona Ermesi, Ankara, 2009, s.46.
[34]
Reisoğlu, s.103, 104.
[35]
Reisoğlu, s.104.
[36] Öz,
s.105.
[37]Gülçin
Elçin GRASSİNGER, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Hükümlerinin
Değerlendirilmesi Sempozyumu (3-4 Haziran 2011), İstanbul, 2011, s.126.
[38]
Karahasan, s.1228, 1229.
[39] Öz, s.105.
[40] Yavuz,
s.683.
[41]
Reisoğlu, s.106.
[42] Şahan,
s.47.
[43]
Reisoğlu, s.108, 109.
[44]
Tandoğan, s.771.
[45] Gümüş,
s.583.
[46]
Reisoğlu, s.111.
[47]
Reisoğlu,s.112.
[48] Gümüş,
s.583.
[49]
Öz,s.105.
[50]
Tandoğan, s.772, 773.
[51] Ahmet
Cemal Ruhi, Sözleşmeler Hukuku, Ankara,
2011, s.714.
[52] Ruhi,
s.716.
[53] Öz,
s.105.
[54] Gümüş,
s.588.
[55] Gümüş,
s.588.
[56] Yavuz,
s.103.
[57] Ruhi,
s.718.
[58]
Reisoğlu, s.135.
[59]
Reisoğlu, s.136.
[60]
Reisoğlu, s.134.
[61]
Reisoğlu, s.136.
[62] Öz,
s.109.
[63] Yavuz,
s.686.
[64]
Karahasan, s.1240.
[65] Yavuz,
s.687.
[66] Yavuz,
s.687.
[67] Gümüş,
s.593.
[68] Gümüş,
s.593.
[69] Yavuz,
s.687.
[70] Yavuz,
s.688.
[71] Yavuz,
s.667.