İlk inceleme yazımın Jack London’un yazmış olduğu “Martin Eden” isimli eser özelinde olacak olması bu satırları yazarken beni heyecanlandırıyor. Çünkü şimdiye kadar okuduğum kitaplar arasında beni bu denli etkileyen bir başka kitap olmadı. Başlangıçta belirtmem gerekir ki kitabı spolier vermeden incelemesini yazmak oldukça zor.
Bu nedenle eser ile ilgili birtakım detaylara yer vereceğimi şimdiden ifade etmeliyim. Aslında Jack London ile tanışmam “Beyaz Diş” İsimli eseriyle olmuştu. Kitabı okuduğumda adeta okuduğum ortamdan uzaklaşıp kitabın büyüleyici dünyasında kendimi bulmuştum. Bu kesinlikle yazarın başarısıydı. Jack London ilgimi çekmeyi bu kitapla başarmıştı zaten.
Martin Eden kitabını Türkiye İş Bankası Kültür yayınlarından
okumuştum. Kitap 517 sayfadan oluşuyor. Kitabın kalınlığı okurun gözünü
kesinlikle korkutmamalı. Çünkü okudukça okuyucuyu içine alacak olan bu eser
bitmesine yakın bir aşamada okuyucuya içten içe keşke kitap hiç bitmese
dedirtiyor. Bu sebeple kitabı elinize aldığınızda şimdiden önyargılarınızdan
arınmanızı öneririm.
Martin Eden aslında yarı otobiyografik bir eser. Bu açıdan
Jack London ile Martin Eden arasında birtakım benzerlikler olduğunu
söyleyebiliriz. Bu durum ise okuyucu tarafından eseri daha ilgi çekici hale
getiriyor.
Peki, tüm bu methiyeleri sıraladığımız eser neleri içeriyor?
Eser konu itibariyle aslında oldukça kapsamlı. Sosyal sınıf
farkı, statü ve servetin insanlar arasında yarattığı ikilem, çatışma ve hayal
kırıklıklarını barındırdığı gibi aşk, umut, sevgi gibi duyguları da okuyucuya
fazlasıyla aktaran bir eser.
“Bir kadının yüzüne
bakıp sarhoş olacağımı hiç sanmazdım.” diyen Martin Eden’in kuvvetli
duygular beslediği büyük aşkı Ruth Morse’a karşı hissettiklerine gıpta edip sonrasında
bu duyguların nasıl ağırlığı altında kaldığını gözler önüne seren bir yapıt.
Martin Eden, yabani bir denizcidir. Ancak ilk gördüğü anda Ruth’a
karşı olan yoğun duyguları onu aslında hayata karşı eğitir. Aşkı uğruna kendine
bir çekidüzen verip kitaplara merak salar ve bütün gücün kitaplarda olduğunu
düşünmeye başlar. Bu şekilde kendini sıkı bir eğitime sokar ve bir yazara
dönüşür. Konuşması, giyim tarzı, hayata karşı yönelimleri değişime uğrayan
Martin artık oldukça donanımlı biri haline gelmiştir.
Bir zamanlar kitap alabilmek için parayı denkleştirmek
konusunda zorluklar yaşayan ve o dönemde aşkına karşılık bulamayan Martin artık
yazmış olduğu yazılar sayesinde ekonomik olarak rahata kavuşmuştur. Bu noktadan
sonra Martin’in değer görmeye başlaması ise aslında Martin’in ne yazık ki sonu
olmuştur.
Martin’in yazmış olduğu kitapların ilgi görmesinden sonra büyük
aşkı Ruth’un kendisiyle evlenmek istediğini söylemesi Martin için çok acı
vericiydi. Tam olarak o an gerçekten sevilmediğini düşünmüştü. Oysaki kitapları
ilgi görmeseydi Martin gene aynı Martin’di fakat kitapları ilgi görmeseydi Ruth
yanında olmayacaktı.
Martin için para, o anda alabileceği şeyler dışında hiçbir anlam
ifade etmiyordu. Haritasız ve dümensiz kalmış gideceği limanı olmayan bir
gemiydi artık. İçini acıtan bir şey varsa o da yaşamaktı. Hayat onu
kaygılandırıyor, sıkıyor, zaman ise eziyet gibi geliyordu.
İşte Martin Eden tüm yaşadığı mücadeleler sonucunda ulaşmak
istediği hedefe vardığında aslında çabasının amaçsız olduğunu tüm çıplaklığıyla
görmüştü. Martin Eden bitmişti ve okuyucusu yarım kalmıştı.
Bu eseri herkesin okumasını öneririm çünkü Martin Eden bu
anlattığım kurgudan daha fazlası…
Martin Eden karakteri, kitabı okudukça bir arkadaşınız bir
dostunuz gibi kendinize yakın hissedeceğiniz biri oluveriyor. Kah yaptıklarına
gülüp kah yaptıklarına duygulanacağınız bir dert ortağınız gibi belki de…
Kitabı bitirdikten sonra bir süre boşluk ve eksiklik
hissettim hayatımda. Yakın bir dostumu kaybetmişçesine hüzünlendim. Eminim sizlerde
okuyunca bana hak vereceksinizdir.
Şimdiden iyi okumalar dilerim. Kitapla ve sevgiyle kalın…