YAZAR: MUHAMMET CAN KARACA
Bu çalışmamızda
geçmişten günümüze Türkiye Cumhuriyeti Devleti yönetim sistemlerini inceleyerek
anayasa değişikliklerini de göz önünde bulundurarak geçiş süreçlerinin
anayasanın ilgili maddeleriyle alakalarını inceleyerek tarihsel bir irdeleme
yapmaya çalışacağız.
Anahtar
Kelimeler: Yönetim Şekli, Cumhuriyet, Başkanlık Sistemi, Partili Cumhurbaşkanı,
Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti, Anayasa, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Türk
Tipi Başkanlık Sistemi
I.
GEÇMİŞTEN
GÜNÜMÜZE YÖNETİM SİSTEMLERİ
1923 Eylül’ünde
Teşkilat-ı Esasiye kanununda yapılacak düzenlemelerle birlikte, komisyon olarak
ivedi bir çalışmadan sonra tabiri caizse kısa süreli de olsa doğan çocuğa isim
koyma ihtilafı yaşanmıştır. Özellikle ‘halk’ ibaresinin kullanılıp
kullanılmaması, gerekli olup olmadığının sorgulandığı, ‘Cumhuriyet’ ibaresi
varken ‘halk cumhuriyeti’ olarak tanımlamanın manasız olduğu tartışmaları yer
alsa da sonuç itibariyle Teşkilat-ı Esasiye kanunuyla birlikte halk ibaresine
yer verilmemiştir[1].
29 Ekim 1923 tarihinde ebedi varlığı sürdürme misyonuyla kurulan Türkiye
Cumhuriyeti Devleti, geçmiş dönemlerde Tanrının yeryüzündeki gölgesi ‘Padişah-ı
Ruy-ı Zemin, Zillullah-i Fi'l-Arz’ egemenlik anlayışıyla yönetilmekteydi. Basit
tabirle ifade edilecek olursa, egemenlik 1923 yılının Ekim ayının 29’unda, tek
kişinin elinden alınıp halkın iradesine resmi olarak sunulmuştur[2]. Beşeri
egemenlik anlayışının vücut bulduğu Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde en üstün
gücün[3]
temeli 1789 Fransız İhtilaliyle ortaya çıkan fikir akımı Halk egemenliği ve
Milli egemenlik teorileri başta olmak üzere Rousseau’ya göre egemenliğin
bölünmezliği unsuru kuvvetler birliği sisteminin yansımalarını taşımaktadır[4].
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde kuruluşunun ilk yıllarında Meclis Hükümeti
sistemi uygulanmakla birlikte halk tarafından seçilen meclisin, diğer devlet organları
üzerinde kesin üstünlüğü söz konusu olmakla birlikte sadece seçimlerle kendini
yenilediği bir hükümet modelidir[5],
felsefi kökeni Jean J. Rousseau’nun egemenliğin bölünmezliği ve tekliği prensibine
dayanır.
Kuvvetler
Birliği ve Ayrılığı ifadelerinden ne anlamamız gerekir sorusunun cevabı ise, Kuvvetler
birliği sistemleri; yasama ve yürütme kuvvetlerinin, bu kuvvetlerden birinin
elinde toplanması ile oluşmaktadır. Bu kuvvetlerin yürütmede toplanması
durumunda mutlak monarşiler ve diktatörlükler; yasama organında toplanması durumunda,
meclis hükümeti sistemi oluşmaktadır. Kuvvetler ayrılığı sistemleri, kuvvetler
arasındaki ayrılığın niteliğine göre, başkanlık hükümet sistemi ve parlamenter
hükümet sistemi olmak üzere ikiye ayrılır. Başkanlık hükümet sisteminde, yasama
ve yürütme kuvvetleri kesin ve sert bir şekilde birbirinden ayrılmaktadır.
Parlamenter hükümet sistemde ise, bu iki kuvvet yumuşak ve dengeli bir şekilde
birbirlerinden ayrılmaktadır. Belirtilen bu iki hükümet sisteminin bazı özelliklerini
taşıyan ve bu hükümet sistemleri arasında bulunan üçüncü bir hükümet sistemi de
yarı-başkanlık sistemidir[6]. En kısa ifadeleriyle bahsetmeye çalıştığımız
bu yönetim şekillerinin zaman içerisinde Türkiye Cumhuriyeti’nde bazılarının
yansımalarını gördüğümüzü rahatlıkla söyleyebiliriz. Şimdi bunların
irdelemesini yapmaya çalışalım.
II.
TÜRKİYE'DE
UYGULANAN HÜKÜMET SİSTEMLERİ
Yeni Türk Devleti I.
Dünya Savaşı’ndan sonra kaos ve emperyalist güçlerin kirli emelleriyle
gözlerini açtıktan sonra tüm bu felaketlerin tüm dünyayı ele geçirmesini seyre
dalamayacağının pek tabi farkındaydı. Mustafa Kemal ve silah arkadaşları
tarafından 1919 senesinin mayıs ayının 19’unda atılan o ilk adım kurtuluş
meşalesini Samsun’da yakarak misak-ı milliyi gerçekleştirmek adına var olma
meselesi başlamıştı. Lozan imzalandıktan sonra artık tüm dünyanın kabul ettiği
ve saygı duyduğu bu haklı mücadele sonucunda yeni Türk Devleti’nin nasıl bir
sistemle yürütüleceği ve hangi zeminde meşrulaşacağı işte o ulu önderin şu
sözünde vücut buluyordu: ‘Demokrasi
ilkesinin en yeni ve akılcı uygulamasını sağlayan hükümet biçimi
cumhuriyettir.’ ‘Türk ulusunun
yaratılışına en uygun olan yönetim cumhuriyettir.’ Bu fikir akımıyla
birlikte halefi unsurun vuku bulması Cumhuriyet kurulmasıyla birlikte, ilk anda
gerekli olan yönetim örgütü, eğitim sistemi, mali sistem vs. Osmanlı'dan
alınmıştır. Parlamenter sistem ile tecrübe, siyasi parti ve çeşitli siyasi
kurumlar Osmanlı'dan miras kalmış, Cumhuriyet'in aydın ve yetişmiş insan
kadroları yine Osmanlı'dan intikal etmiştir. Osmanlı döneminde yaşanan
modernleşme süreci, daha çok, bir "tecrübe" olarak Cumhuriyet'e
aktarılmıştır. Osmanlıdan Cumhuriyet'e intikal eden, belki de en önemli,
"alışkanlık" , her ikisinde de, değişmenin devlet eliyle ve kısa
sürelerde gerçekleştirileceğine kanaat getirilmesidir[7].
Tüm bu değişim süreçleri zaman içerisinde kendini geliştirip yenilemeye devam
ederken ‘Konvansiyonel sistemin’ devletin idaresinde ve yönetiminde söz sahibi
olduğunu zaten dile getirmiştik. Konvansiyonel sistemde (Meclis Hükümeti
Sistemi) yasama ve yürütme iktidarının mecliste toplanması söz konusudur.
1921
tarihli T.C. Anayasası’nın 2. Maddesinde özellikle altı çizilmiştir ki ‘ İcra kudreti ve teşri selahiyeti milletin yegâne
ve hakiki mümessili olan Büyük Millet Meclisi’nde tecelli ve temerküz eder’
yürütme iktidarı meclis adına ve onun emir ve direktifiyle kullanacaktır[8].
Bu sistemde önemli olan yürütme idaresinin tüm saikının meclise saf bir şekilde
yansıması ve bu doğrultuda millet iradesinin devletin idaresiyle örtüşmesi saf
demokrasi tanımının uygulamada vücut bulması halidir. Meclis Hükümeti
sisteminin en önemli özelliklerinden bir tanesi de meclisin kendi kendini
toplantıya çağırabilmesi ve öz fesih hakkının saklı olmasıdır[9].
Binaenaleyh meclis yürütme tarafından alınan kararları iptal edebilecek veya
değiştirebilecektir. Doktrindeki yazarlara göre, 1923 yılına kadar meclis
hükümeti sistemi saf bir şekilde uygulanmasına rağmen icra vekilleri heyetinin
mecliste çoğunluğu ele geçirmesiyle birlikte konvansiyonel sistemin ruhu
kaybolmuş ve yeni kurulan bir devlet için en güzel hükümet sisteminin efsunu
kalmamıştır. Günümüz dünya düzeninde Meclis Hükümetine yer veren en önemli
örnek İsviçre’dir[10].
Yine bahse değer görmek gerekir ki, 1924 Anayasasının 4. Maddesinde, ‘Türk milletini ancak TBMM temsil eder ve millet
adına egemenlik hakkını yalnız o kullanır. Maddeyi yorumladığımızda
parlamenter sisteme dönük özellikler taşıdığını söylememiz güçse de
Konvansiyonel sistemin etkilerini taşıdığını rahatlıkla söyleyebiliriz[11].
Parlamenter
sistemin geçmişine göz atmak istediğimizde, İngiltere’de halk temsilcilerinden
oluşan parlamento ile monark arasında çıkan çatışmalar sonucunda, iki taraf
arasındaki ilişkilerin zamanla halk lehine gelişerek ortaya çıkan bir hükümet
sistemi olduğunu söylememiz yanlış olmayacaktır[12], ilk
olarak 1295 yılında “Model Parlamento” olarak adlandırılan Temsilciler Meclisi kurulmuştur.
Böylece parlamenter sistemin ilk kurumları oluşmaya başlamış ve 18. yüzyılın
ortalarına doğru parlamenter monarşi doğmuştur[13]. Parlamenter
sistem; kuvvetler ayrılığına dayanan fakat kuvvetlerin ayrılmaktan öte iç içe geçtiği
ve yasamayla yürütme organının karşılıklı olarak birbirlerinin varlığını sona
erdirebildikleri bir hükümet şeklidir. Parlamenter sistemde yasama ve yürütme
yetkileri kural gereği iki ayrı organa verilmiş gibi görünse de, hükümet,
parlamento içerisinde oluşturulduğu için bu organların birbirinden tam anlamda
bağımsız olduğu söylenemeyecektir. Parlamento, hükümete göre daha ön planda olmasına
rağmen iki organın da birbirlerinin görevlerine son verme hakları
bulunmaktadır. Bu sistemde her iki organda aynı anda görev alabilmek mümkündür.
Ayrıca siyasi partilerin, bu sistemde kuvvetler arasındaki işbirliğini arttırma
konusunda önemli roller üstlendikleri söylenebilecektir[14].
İlk kez İngiltere’de görülen parlamenter sistemin ortaya çıkışında Kral ile
toprak soyluları arasında imzalanan Magna Carta[15]
belgesi önemli bir rol üstlenmiştir. Bu belgeyle kralın bazı yetkileri
kısıtlanmış ve demokrasi yolunda önemli adımlar atılmaya başlanmıştır. Kral
karar alırken bir danışma kurulu oluşturmuştur. Bu danışma kurulu zamanla
gelişerek parlamento kavramını ortaya çıkarmıştır[16].
Türkiye
Cumhuriyeti Devleti açısından ise durum, 1961 yılından sonra tüm unsurlarıyla
birlikte parlamenter sistem vücut bulmakla birlikte 1982 Anayasasıyla birlikte
yürütmenin başı olan Cumhurbaşkanının yetkilerinin bir hayli artırıldığı ve
sorumsuzlaştırdığını söylememiz kanaatimizce yanlış olmayacaktır. Yine altını
çizmek gerekir ki, dünya yönetim şekillerini incelediğimizde parlamenter
sistemi benimseyen ülkeler arasında oldukça farklılık olmakla birlikte
parlamenter sistemin kırmızı çizgilerinin olmadığını ve bu ayrımı yapmanın zor
olduğunu düşünüyoruz.
Hatta doktrinde
Parlamenter sistemin kuvvetler ayrılığı teorisinin bir uygulaması olmadığını
savunan yazarlarında olduğunu bilmenizi isteriz[17].
Epstein
parlamenter sistemi şu şekilde tanımlamıştır: Yürütme iktidarının, yasama iktidarından kaynaklandığı ve ona karşı
sorumlu olduğu anayasal demokrasi tipi. Bu tanımdan yola çıkarak tezini öne
süren Lijphart ise parlamenter
sistemin iki ayırıcı unsuru olduğu kabul etmektedir. Bu unsurlardan ilki, yürütmenin yasamaya karşı sorumlu olması;
ikincisiyse yürütmenin başı olan
başbakanın yasama organı tarafından seçilmesidir. Ancak Lijphart daha yeni
bir çalışmasında, yürütme organının kolektif
bir yapıya sahip olmasını da üçüncü bir unsur olarak bunlara eklemiştir[18].
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde 1980 ve sonrasında
yürütme kanadının bir hayli sorumsuzlaştırdığını söylemiştik akabinde günümüz
değerlendirmesi yapmak gerekirse, 16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum
ile gerçekleştirilen Anayasa değişikliğinin ardından 24 Haziran 2018 tarihinde
yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili Genel Seçimleri sonucunda Türkiye’de
hem yasal hem de fiili olarak Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak
adlandırılan yeni hükümet sistemine geçildiğini söylememiz yanlış olmayacaktır[19].
2017
Anayasa değişikliğiyle, Milletvekili sayısı 550’den
600’e çıkmış, seçilme yaşı ise 25’ten
18’e düşürülmüş ve askerlik hizmetini yapmış olma koşulu askerlikle ilişiği olmamak şeklinde
değiştirilmiştir. TBMM seçimlerinin beş
yılda bir yapılması koşulu yeniden getirilmiştir. Hatırlanacağı üzere 2007
yılında gerçekleştirilen Anayasa değişikliği ile daha önce yine beş yılda bir
yapılan genel seçimlerin dört yılda bir yapılması sağlanmıştı. Bu haliyle
yeniden 2007 yılı öncesine dönülmüştür. 24 Haziran 2018 seçimlerine bu
düzenlemelerle gidilmiştir. ( ve daha nicesi..)
Ki
bu yazımızda özellikle altını çizmek istediğimiz en önemli değişiklik; Cumhurbaşkanının
partisiyle ilişiğinin kesilmesine son verilmesidir. Partili Cumhurbaşkanı olarak
da nitelendirilen bu değişiklik ile Cumhurbaşkanı olan kişi, aynı zamanda,
partisiyle ilişkisini de sürdürebilmektedir. Yürütme yetkisi
Cumhurbaşkanındadır ve bu sistemde başbakan ve bakanlar kurulu yani siyasal
sorumluğu olan hükümet bulunmamaktadır. Sistemde Cumhurbaşkanı tarafından atanan
bakanlar bulunmaktadır. Yine düzenleme ile Cumhurbaşkanı yardımcılığı sistemi getirilmiş
ve Cumhurbaşkanı yardımcıları ile üst düzey kamu görevlilerinin atanması ve görevlerine
son verilmesi Cumhurbaşkanına verilmiştir[20].
Cumhurbaşkanına,
yürütme yetkisine ilişkin konularda cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarma
yetkisi verilmiştir[21].
Yeni hükümet sistemiyle getirilen
değişiklikleri inceledikten sonra fikrimizce değişmesi gereken hususlara ışık
tutmaya çalışacak olursak;
Öncelikli
olarak T.C. Anayasası’nın 103. Maddesinde, Cumhurbaşkanı’nın and içmesi ele
alınmış olmakla birlikte madde metninde şu ibareler yer alır:
Cumhurbaşkanı,
görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde aşağıdaki şekilde
andiçer:
“Cumhurbaşkanı
sıfatıyla, Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez
bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma, Anayasaya,
hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılâplarına ve lâik
Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, millî dayanışma
ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden
yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini
korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine
getirmek için bütün gücümle çalışacağıma Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda,
namusum ve şerefim üzerine andiçerim.”
Madde
metninde de görüldüğü gibi, Cumhurbaşkanı and içerken üzerine yüklenen
yükümlülükleri tarafsızlıkla yerine getireceği sözünü vermektedir.
Aklıselim
her insan, partili cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini benimseyen bir ülkede
cumhurbaşkanının tarafsız olamayacağının bilincinde olmalıdır. Bu sebeptendir
ki anayasanın ilgili maddesi ivedilikle değiştirilmelidir. Hukuk devleti
prensibine inanmış ve kabul etmiş bir devletin anayasal düzeninde en önemli
konumda yer alan hükümet başkanının and içmesi hususunun hukuka, usule ve
siyasal düzene aykırı bir şekilde yürürlükte olması kabul edilemez
niteliktedir. Kaldı ki, T.C. Anayasasının 104. Maddesinde Cumhurbaşkanı’nın
görevleri sayılmış olmakla birlikte Anayasanın
uygulanmasını temin eden bir Cumhurbaşkanı nasıl olur da bu şekilde and
içer? Bunu anlamakta çok zorluk çektiğimizi ifade etmemiz gerekir.
Dile
getirmek zorunluluğu görüyoruz ki, bu
çalışmamızda geçmişten günümüze Türkiye Cumhuriyetindeki hükümet sistemlerini
incelemeye çalıştık kanaatimizce değişmesi gerektiğini düşündüğümüz unsurları
arz ettik faydalı bir çalışma olması temennisiyle..
*Beykent
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Öğrencisi
[1] SANCAKTAR, Türk Basınında
Yeni Türk Devletinin İsmi Hakkında Yaşanan Tartışmalar (eylül-ekim 1923),
Tarih Dergisi, Sayı 56 (2012 / 2), İstanbul 2013, s. 129-145
[2] M. Fatih ÇINAR, Türkiye
Cumhuriyeti’nin Kuruluş Felsefesinden Anayasal Demokrasi İdealinin Yansımaları,
Toros Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Toros Üniversitesi İİSBF Sosyal
Bilimler Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 9, Aralık 2018,
[3] Superanus.
[4] Adnan KÜÇÜK, Egemenlik
(hâkimiyet), Halk Egemenliği ve Milli Egemenlik Tartışmaları ve Egemenlik Anlayışında
Esaslı Dönüşüm, (internet
kaynağı-https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/155605, son erişim: 13.07.2020- 11.49)
[5]AYGEN-
ATMACA, Kuruluşunun İlk Yıllarında Türkiye Cumhuriyeti'nde
Uygulanan Hükümet
Sistemleri, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401
[6]AYGEN- ATMACA, a.g.e, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401
[7]
Dr. Fatma ACUN, Osmanlı' dan Türkiye.
Cumhuriyeti'ne: Değişme ve Süreklilik, Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi,
s.166
[8] TURHAN, Meclis Hükümeti (Konvansiyon Kuramı), - İnternet kaynağı https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/38237 son erişim: 16.07.2020- 13.49
[9]TURHAN, a.g.e
[10]TURHAN, a.g.e
[11]TURHAN, a.g.e
[12]AYGEN- ATMACA, a.g.e, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401
[13] İ. Halil ASİLBAY, Parlamenter Sistem ve Türkiye Açısından Bir Değerlendirme, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-104-1250
[14]AYGEN- ATMACA, a.g.e, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401
[15] Manga Carta, tarihin ilk yazılı anayasasıdır. Bu anayasa ile kral, sınırsız yetkilerinden feragat etmiş, hukukun kendi arzularından daha üstün olduğunu kabul etmiştir. Kralın yetkileri ile ilgili memnuniyetsizlikler, 1066’da Normanlar’ın İngiltere’yi kuşatmasıyla başlamıştır. Bu kuşatmayla birlikte hem baronlar hem de diğer vatandaşlar ekonomik açıdan olumsuz etkilenmeye başlamıştır. Zenginliklerini yavaş yavaş kaybeden baronlar, Kral John döneminden önce de birçok kez ayaklandılarsa da en etkilileri Kral John esnasında yapılan ayaklanmalardır. Bunun nedeni ise Kral 2.Henry’in oğlu olan Kral John’un kurnazlığı, aç gözlülüğü, egoistliği ve bir o kadar da savaştaki beceriksizlikleridir. Kendi arzu ve isteklerini sınırlayamayan bu kral, her ne kadar dünya için faydalı bir hata yapmış olsa da kendi tahtının gücünü bir çırpıda silmiştir. Kral John’un getirmiş olduğu toprak vergileri, gümrük vergileri, askerlik bedelleri gibi kendi zenginliğini arttırmak için yaptığı bu gereksiz yaptırımlar, baronları ve halkı fazlasıyla zor duruma sokmuştur. Papa II.Innocent ile arasında sorunlar çıkan yurtsuz Kral John, hem papayı hem de baronları karşısına almıştır. Birlikte hareket etmeye karar veren din adamları ve baronlar, ilk başlarda kralın gözünde pek de sorun teşkil etmemiştir. Ancak durum, İngiltere’nin ayinlere alınmamasına karar verilince değişmiştir. Kral John, Papaya yaptığı küstahlığın bedelini çok ağır ödemiş ve pişman olmuştur. Yurtsuz Kral bunun üzerine papa ile arasındaki sorunları gidermek için çıktığı yolculukta Fransa Kralı Philippe ve ordusuyla karşılaşmıştır. 1214’te Fransa kralı Philippe ve ordusuyla karşılaşan Yurtsuz Kral, acı ama şaşırtıcı olmayan yenilgiyle döndüğünde bu yenilgiyi fırsat bilen baronlar, Kral John’a yüklenmeye başlamıştır. Din adamları ve baronlar, Kral’a yaptırım uygulayacaklarına dair büyük bir yemin etmiş, her ne pahasına olursa olsun kazanacaklarına dair ant içmişlerdir. 1215’te Stanford’da başlayan ilk ayaklanma ile baronlar, 17 Mayıs’ta Londra’yı ele geçirmiştir. Yenilgiyi kabul eden yurtsuz Kral, 1215’de Runny çayırlığında “Magna Carta’yı imzalamıştır.- (internet kaynağı https://qha.com.tr/opinion/1215-tarihli-magna-carta/)
[16]AYGEN- ATMACA, a.g.e, Uluslararası Yönetim Akademisi Dergisi, 2019, C.2, S.2, ss.386-401
[17] Ayrıntılı bilgi için lütfen bknz. http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-104-1250, s.252
[18]
İ. Halil ASİLBAY, Parlamenter Sistem ve Türkiye
Açısından Bir Değerlendirme, TBB
Dergisi 2013 (104)
[19] TURAN, Türkiye’nin Yeni Yönetim Düzeni: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Social Sciences Research Journal, Volume 7, Issue 3, 42-91 (September 2018), ISSN: 2147-5237
[20]TURAN, Türkiye’nin Yeni Yönetim Düzeni: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Social Sciences Research Journal, Volume 7, Issue 3, 42-91 (September 2018), ISSN: 2147-5237
[21]TURAN, Türkiye’nin Yeni Yönetim Düzeni: Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi, Social Sciences Research Journal, Volume 7, Issue 3, 42-91 (September 2018), ISSN: 2147-5237