20 Şubat 2019 Çarşamba

Sarı Çizmeli Mehmet Ağa ve Barış Manço/ Av. Hatice Nurdan Set


“İnsanın öğrenmesi gereken ilk dil tatlı dildir…”
Barış Manço
Ä°lgili resim
Biz hukukçular, meslek yaşantımızda karşılaştığımız sıra dışı olaylar için zaman zaman değişik deyimler veya özel adlandırmalar kullanırız. İşte bunlardan en çok kullanılanı şüphesiz “Sarı çizmeli Mehmet Ağa”dır. Barış Manço, ne güzel ifade etmiştir aslında bu şarkısında birtakım insanları…

Hep birlikte hatırlayalım şarkıda Barış Manço’nun sarı çizmeli Mehmet Ağa’yı nasıl anlattığını…

Dinlemesi pek güzel olan zevk aldığımız müziğiyle neyi ortaya koyar bahsi geçen bu şarkı? Peki, Barış Manço’yu aslında şarkıları ile özel kılan nedir sizce?

Şüphesiz onun sesinin güzelliği, berraklığı ve ayrıca üslubu kadar bilhassa çocuklar ile bu kadar iç içe olmasıydı onu diğerlerinden farklı kılan…

Kanımca, o şöhretin zehirli balını hiç tatmamıştı. Çünkü her daim kendi gibi kalabilmeyi başarmıştı. Birçok çocuğu filozof gibi gören gerekirse onlardan birşeyler öğrenebileceğimizi gösteren programlar yaptı mesela…

Dahası, vefatını değil sadece doğum gününü hatırlamamızı istediği ender şahıslardan… Bu istek, onun düşüncelerindeki güzelliği ispatlamıyor mu sizce?

Başta hatırladığımız gibi Sarı çizmeli Mehmet Ağa aslında yalnız biz hukukçuların değil birçok kişinin hayatında az çok belli bir şahsiyet değil midir?

Barış Manço’nun ruhuna saygıyla, haydi şarkımızın linkini burada paylaşalım.

16 Şubat 2019 Cumartesi

BOŞVER ARKADAŞ! / SİNEM SAÇKAN

ilhan irem gençliği ile ilgili görsel sonucu

Soğuk bir Cumartesi günü… Saat 11.30… Deniz durgun… Ağaçların yaprakları oradan oraya savrulup gidiyordu… Havanın soğukluğuna rağmen etraf oldukça kalabalıktı… Kimisi bisiklet sürüyor, kimisi yürüyüş yapıyor, kimisi de oltayla balık avlıyordu…

Sahil kenarında kayalıkların bulunduğu alanda, ufak radyosu ile biri duruyordu. Uzaklara dalmış, sanki orada bir film izliyor gibiydi. Oltasını denize atmış, umarsızca bekliyordu… Oltası hareketlenmeye başlayınca az önce izler gibi olduğu filmi adeta yarıda bırakarak denizden çıkan balığı özenle yarı su dolu olan kovasına usulca bıraktı. Balık kovanın içinde tekrar hayat bulmuştu. Suda çırpınıyordu…

Planladığım yürüyüşün epey ötesine geçmiştim. Yorulmuş ve gücüm kalmamıştı. Banklarda oturup dinlenmekten başka çarem yoktu o an… İyi de gelmişti… Karşımda çarşaf gibi deniz, gerisinde büyük ada tüm ihtişamıyla karşımda duruyordu… Bir taraftan da martılar uçuşuyordu göğe doğru… Başucunda gölgesinde oturduğum, yaşlı bir ağacın dallarından dökülen yapraklar bu seremoniye eşlik ediyordu. Hiçbir şeyi izlemekten bu kadar keyif almamıştım…

Derinlerden bir ses geliyordu… Çok net olmasa da cızırtılı ama bir o kadar da neşe saçan, öğüt veren ve hatta terapi gibi gelen… Çalan şarkı İlhan İrem’im 70’li yıllarda bestelemiş olduğu “boş ver arkadaş”  isimli şarkısıydı. Dinlemeye başladım…

Hep bir ümit uğruna yaşıyoruz hepimiz
Mutluluğun ardından koşuyoruz hepimiz
Kimi pulda para da aşkı arar kimimiz
Düşünür kara kara ağlar çaresiz
Ağlama arkadaş ağlama aşk için
Bu kısacık hayatta bu yaşlar niçin
Bugünler geri gelmez gider gençliğin
Boşver boşver arkadaş başka bulursun
Bütün kalbin sevinçle neşeyle dolsun
En kötü günlerimiz hep böyle olsun  
Mutluluklar bizimle elem yok olsun
Boşver boşver arkadaş başka bulursun
Bütün kalbin sevinçle neşeyle dolsun
En  kötü günlerimiz hep böyle olsun
Mutluluklar bizimle elem yok olsun
Kapılma hayallere bir gün dönecek diye
Haydi sil gözlerini bakma maziye
Sakın kanma bir daha kanma tatlı sözlere
Bu ders olsun sizlere yaşlı gözlere
Ağlama arkadaş ağlama aşk için
Bu kısacık hayatta bu yaşlar niçin?
Bugünler geri gelmez gider gençliğin
Boşver boşver arkadaş başka bulursun
Bütün kalbin sevinçle neşeyle dolsun
En kötü günlerimiz hep böyle olsun
Mutluluklar bizimle elem yok olsun…

Kayalıkların tepesinde oturan adam oltasını tekrar denize savurmuştu… Ufak radyosundan gelen sesler ona bir neşe katmış gibiydi. Denizden çıkan balığı kovasına koyduğu gibi oltasını toplayıp çantasına yerleştirmişti. Ayağa kalktı. İlhan İrem’in şarkısı bitince ağzına kadar balıklarla dolu olan kovasını alıp, bir çırpıda denize boşalttı…

O an anladım ki, adamın amacı balık tutmak filan değildi… Denizle iç içe olmak, oltasını atıp balık avlamak kendisine meditasyon gibi geliyordu… Kolay şeyler yaşamamıştı belli ki… Herkesin yaşantısında olduğu gibi onun da hayatında karşılaşmış olduğu zorluklar olabilirdi…

Her ne zorluk yaşamış olursa olsun bir şekilde hayata tutunuyor gibiydi… İlhan İrem’in radyoda çalan şarkısı sanki ona sesleniyordu ve her ne yaşamış olursa olsun ona “ boş ver arkadaş!” diyordu…

YAZAN: SİNEM SAÇKAN




14 Şubat 2019 Perşembe

AFORİZMALAR:YAĞMURLAR ÜLKESİNDE MAVİ BİR KAYIK, İÇİNDE DÜŞÜNEN CESET VE RUH / HATİCE NURDAN SET

kayık

Sevda mıydı, dostluk muydu, yoksa yalnızca paylaşmak mıydı adı mutluluğun? Sahi, neredeydi o elinden tuttuğumuz sıcak sohbetler ve neredeydi sıcak gözyaşları... Hakiki bir dosttan ayrılığın... Firak... Firak, kelime anlamı ile ayrılık diyebiliriz. Ama, gönül tabanında öyle bir mevcuttur ki bu kelime, ah-u zar ettirir insan olan insana... Veya şöyle demeliyiz: ah- u zar ettirir dost olan insana... İki aşığın, iki arkadaşın veyahut kardeşin birbirine bir çeşit sevda, yakınlık barındıran iki ruhun birbirinden kopma vakti geldiğinin ifadesidir, firak... Belki ayrılık kadar değil ama haylice acıtan bir firak da var; Mevt... Hepimizin hayatına müteaddit zamanlarda dokunan bir acı kelimedir...

Peki, sizce neyi ibret almalıyız bu kelimeden? Sizce mevtin anlam ve önemi nedir? Ne büyüklüktedir? Yoksa yalnızca bedenin mevti midir yaşadığımız? Yoksa ruh da gerçekten farklı bir aleme doyasıya açmış mıdır kapılarını? Bence evet, aslında mevt hem bir dönüm hem bir sönüm. Öyle bir ülkeye ki bu kapılar kimine yağmurlar ülkesi kimine buhranlar ülkesi... Yağmuru sakın öyle toz toprak çamur şimşekli gürültülü o yağmur sanmayın... Öyle bir yağmurdur ki o ülkenin ki kat'iyen üşütmez, rahatsız olmazsınız, sakın ha şemsiye falan açmayın orada, darılır size yağmur, öyle sevimlidir işte o ülkeye inanan için o yağmur...

Peki vasıta nedir, merak etmediniz mi? İşte o vasıta, sizin içinizde taşıdığınız o hüzün yanlarınız var ya sizi diğerlerinden farklı ve bir o kadar iyi manada aynı kılan, işte o sizin o her şeyden sakındığınız mavi kayığınız dır. O mavi kayıkta, hem cesediniz hem de ruhunuz gidecektir yağmurlar ülkesine, alem-i visale, benliğin ötesine, beka diyarlarına....

Peki, siz bu mavi kayığı ne kadar seviyor ve ona bineceğiniz gün veya geceyi nasıl hayal ediyorsunuz? Ve düşlediniz mi benim gibi hiç Yağmurlar Ülkesini?

YAZAN: HATİCE NURDAN SET

MAVİYE DOĞRU.../ SİNEM SAÇKAN


cem karaca ile ilgili görsel sonucu

Zaman denilen şey hızla akıp geçiyor. Yapraklarını döküyor sonbahar. Bulutlar kararıyor ve ardından yalnızlık esiyor. Yağan yağmura aldanmadan özgürce uçuyor maviye doğru martılar.  09.15 vapuru hareketleniyor. Denize düşen yağmur damlalarının oluşturduğu halkaları merakla izleyen bir çocuk içten içe mutlu halinden. Annesi ise vapura yetişebilmiş olmanın verdiği sevinci belli etmese de oldukça huzurlu…

Vapurun içinde gitar çalan bir genç… Ne kadar heyecanlı, sesi de ne kadar berrak… Gitarı çalmıyor adeta konuşturuyordu. Sesine eşlik eden gitarla birlikte oldukça uyum içindeydi. Söylediği parça ise Cem Karaca’nın namus belası türküsüydü…

“Düştüm mapus damlarına,
Öğüt veren bol olur.
Toplasam o öğütleri,
Buradan köye yol olur.
Ana baba bacı gardaş dar günümde el olur.
Namus belasına gardaş,
Döktüğümüz kan bizim…
Hep bir hallı Turhalıyız biz bize benzeriz.
Yüz bin kere tövbe eder yine şarap içeriz.
At bizim,
Avrad bizim,
Silah bizim,
Şan bizim,
Namus belasına gardaş yatarız zından bizim…”

Bir anda başlayan alkış sesleri… Gitar çalan genç, vapur içerisinde o kalabalığa adeta bir konser vermiş konser bitimi hak etmiş olduğu alkışı alıyor gibiydi. Mutluydu ve bir o kadar da gururlu... Cem karaca hayranıydı. Zaten çoğunlukla gitarına eşlik eden eserler Cem Karaca’ya aitti… Üniversite öğrencisiydi. Okul harçlıklarını bu şekilde kazanıyordu. Ailesini depremde kaybetmişti. Tek başına hayata tutunma mücadelesi veriyordu. Belki de yaşadığı zorluklardan olsa gerek söylediği tüm Cem Karaca eserlerinde kendisini buluyordu…

O genç, derin bir nefes alıp verdikten sonra suyunu da yudumlayıp tekrar gitarına döndü. Ağzından dökülen sözler Cem Karaca’nın “sende alıp başını gitme” isimli eseriydi…

“Ben suyumu kazandım da içtim
Ekmeğimi böldüm de yedim
Alkışı duydum, ihaneti gördüm
Sesim de oldu, sessizliğimde
Seviştiğimde oldu benim
Sende başını alıp gitme ne olur ne olur tut ellerimi
Hayatta hiçbir şeyim az olmadı senin kadar
Hiçbir şeyi istemedim seni istediğim kadar
Sende başını alıp gitme ne olur ne olur tut ellerimi…”
Etraftaki herkes o kadar ilgiyle dinliyordu ki… Herkesi büyülemişti o genç… Kimsenin vapurdan inesi yoktu. Vapur, Beşiktaş iskelesine demir atınca yolcular istemsizce yavaş yavaş vapuru boşalttılar. Yeni yolcular ise vapura binmek için kapının açılmasını bekliyorlardı.

Gencin gitarından sesler gelmeye başlamıştı…

“Deniz üstü köpürür hey canım rinna nay rinna rinna nay
Kayığa da binsem götürür hey canım hey
Benim de şu cihana gelişim hey canım rinna nay rinna rinna nay
Bir güzelden ötürü hey canım hey
Deniz üstü yelkenden hey canım rinna nay rinna rinna nay
Ecel geldi erkenden hey canım hey
Denizin ortasında hey canım rinna nay rinna rinna nay
Mum yanar sofrasında hey canım hey
Benim de şu cihandan gidişim hey canım rinna nay rinna rinna nay
Memleket sevdasından hey canım hey
Benimde bu cihandan gidişim hey canım rinna nay rinna rinna nay
Memleket sevdasından
Memleket sevdasından
Memleket sevdasından
Memleket sevdasından
Hey canım hey
Hey hey…”

Vapur, bu kez Kadıköy İskelesi’ne doğru yol alıyordu.  Al yıldızlı bayrak dalgalanıyor adeta türküye eşlik ediyordu…

Yağan yağmur birden bire kesilmiş yerini güneşe bırakmıştı. O Kötü hava gitmiş sanki güneş inadına açmış gibiydi. Açan güneş tüm heybetiyle gökyüzünü sarıya boyamıştı. Ve ben vapurdan inmek üzereydim…

Vapur Kadıköy iskelesine yanaşmıştı. Vapurdan inerken kulaklarımda bir yankı vardı ve diyordu ki;           “sende alıp başını gitme ne olur”…

YAZAN: SİNEM SAÇKAN