
SİNEM SAÇKAN
“Güzel yüzlü şair, mavi
gözlü dev” diye bahsedilir ondan…
Rüzgâra karşı yürüyen adamdır, ebediyen de rüzgâra karşı yürüyüşü devam
edecektir.
Nazım
Hikmet ile tanışmam ortaokul yıllarıma denk gelir. Kısa boylu, iri yapılı, pek de şişman olmayan bir edebiyat hocamız
vardı. Dersin başlarında, “sizlere Nazım Hikmet’ten bir dize okuyacağım.”
demişti. O yıllar şiire pek merakımın olmadığı yıllardı. Hocamız, oldukça eski
bir kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Derin bir nefes alıp başladı
okumaya,
“…Biz topraktan,
ateşten, sudan, demirden doğduk! Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, toprak
kokuyor bakır sakallarımız! Neş’emiz sıcak! Kan kadar sıcak, delikanlıların
rüyalarında yanan o an kadar sıcak! Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara
asarak, ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz güneşe doğru! Ölenler
döğüşerek öldüler; güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya!
Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!...”
Bizleri
dikkatlice, sessizce dinlerken gördükçe heyecanı bir kat daha artıyordu
hocamızın. Şiiri okudukça coşuyor, ses tonu gitgide yükseliyordu.
Neydi
hocamızda ki bu heyecanın, bu coşkunun sebebi?
Araştırmaya
karar verdim o an.
Okuduğu
şiir, Nazım Hikmet’in 1928 yılında yazmış olduğu “Güneşi İçenlerin Türküsü” idi.
-Nazım Hikmet kimdi?- Esasen bu sorunun cevabını
merak ediyordum, o yıllarda…
Siyasi
düşünceleri, inançları yüzünden yasaklı bir şairdi Nazım Hikmet. Hayatının 17
yılını hapishanelerde geçirmesine rağmen yinede yazmayı hiçbir zaman bırakmayan
bir şair. Belki de en üzücü olanı vatan sevgisini şiirlerinde coşkuyla anlatan
bu şairin 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılmasıydı. Sonrasında eşi
Piraye ile Moskova’da yaşamaya başlayan şairin ölümü, Moskova’da geçirdiği bir
kalp krizi sonucu gerçekleşti. Anadolu’ya gömülmesini istemesine rağmen bu
vasiyeti yerine getirilmeyen şair, Moskova’ya defnedilmiştir. Edebi hayatı başarılarla
dolu geçen Nazım’ın eserleri pek çok dile çevrildi.
Nazım
Hikmet’in hayatının önemli bir kısmı mahpushanelerde geçti; peki Nazım Hikmet’in içinden o yıllarda kaleminden
neler dökülmüş?
“Bugün Pazar.
Bugün beni ilk defa
güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa
gökyüzünün bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna
şaşarak
Kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa
oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne kavga, ne
hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım…”

Tecritte
geçirdiği o yıllarda, eşi Piraye’ye hitaben yazılmış birçok şiirleri bulunuyor.
Belirtmek gerekir ki, Nazım Hikmet’in özel yaşamı oldukça karmaşıktır. Gönlünü
pek çok güzele kaptıran şairin “Âşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir.” sözü sanırım
bu durumu özetlemeye yeterdir.
Konuya
ilişkin ilginç bir ayrıntıdır: Nazım, Türkiye’den kaçtıktan sonra doktor Galina
Grigoryevna Kolesnikova ile evlenir. Nazım’ın evlenip de hiç şiir yazmadığı tek
kadındır Galina…
Uzun
yıllar evli kaldığı Piraye için yazdığı şiir:
“Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor, yüreğim
sersem’
Diyorsun; ‘yaşıyamam!’
Yaşarsın karıcığım,
Kara bir duman gibi
dağılır hatıram rüzgarda;
Yaşarsın, kalbimin kızıl
saçlı bacısı
En fazla bir yıl sürer
Yirminci asırlarda ölüm
acısı.
Ölüm
Bir ipte sallanan bir
ölü.
Bu ölüme bir türlü razı
olmuyor gönlüm.
Fakat
Emin ol ki sevgili;
Zavallı bir çingenenin
Kıllı, siyah bir
örümceğe benzeyen eli
Geçirecekse ipi
boğazıma,
Mavi gözlerimde korkuyu
görmek için
Boşuna bakacaklar
Nazım’a!
Ben,
Alaca karanlığında son
sabahımın
Dostlarımı ve seni
göreceğim,
Ve yalnız
Yarı kalmış bir şarkının
acısını
Toprağa götüreceğim…
Karım benim!
İyi yürekli,
Altın renkli,
Gözleri baldan tatlı
arım benim;
Ne diye yazdım sana
İstendiğini idamımın,
Daha dava ilk adımında
Ve bir şalgam gibi
koparmıyorlar
Kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
Bana fanile bir don al,
Tuttu bacağımın siyatik
ağrısı.
Ve unutma ki
Daima iyi şeyler
düşünmeli
Bir mahpusun
karısı.” (Bursa/Hapishane)

Neden
yargılanıp hapse girdiğini, hangi siyasi görüşü benimsediğini duruşma esnasında
kendisi şu şekilde yanıtlamıştır:
1938’de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği
iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan şair, Çankırı ve Bursa
cezaevlerinde yattı. 1950’de özgürlüğüne kavuşmuş olsa da sürekli olarak
izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı
bulamadı. Bu yasaklamalar sonucunda Nazım Hikmet’in icra ettiği şiir sanatı
öksüz kaldı. Oysa şimdi ne çok özlüyoruz ‘Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam’ Nazım’ı…
Hayat
bu ya! Yaşarken çektirdiler, şimdi ise doğumunu kutluyorlar…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder