26 Ocak 2013 Cumartesi

NAZIM'IN HİKMET'İ




SİNEM SAÇKAN

“Güzel yüzlü şair, mavi gözlü dev”  diye bahsedilir ondan… Rüzgâra karşı yürüyen adamdır, ebediyen de rüzgâra karşı yürüyüşü devam edecektir.
Nazım Hikmet ile tanışmam ortaokul yıllarıma denk gelir. Kısa boylu, iri yapılı,  pek de şişman olmayan bir edebiyat hocamız vardı. Dersin başlarında, “sizlere Nazım Hikmet’ten bir dize okuyacağım.” demişti. O yıllar şiire pek merakımın olmadığı yıllardı. Hocamız, oldukça eski bir kitabın sayfalarını çevirmeye başladı. Derin bir nefes alıp başladı okumaya,
“…Biz topraktan, ateşten, sudan, demirden doğduk! Güneşi emziriyor çocuklarımıza karımız, toprak kokuyor bakır sakallarımız! Neş’emiz sıcak! Kan kadar sıcak, delikanlıların rüyalarında yanan o an kadar sıcak! Merdivenlerimizin çengelini yıldızlara asarak, ölülerimizin başlarına basarak yükseliyoruz güneşe doğru! Ölenler döğüşerek öldüler; güneşe gömüldüler. Vaktimiz yok onların matemini tutmaya! Akın var güneşe akın! Güneşi zaaaptedeceğiz güneşin zaptı yakın!...”
Bizleri dikkatlice, sessizce dinlerken gördükçe heyecanı bir kat daha artıyordu hocamızın. Şiiri okudukça coşuyor, ses tonu gitgide yükseliyordu.
Neydi hocamızda ki bu heyecanın, bu coşkunun sebebi?
Araştırmaya karar verdim o an.
Okuduğu şiir, Nazım Hikmet’in 1928 yılında yazmış olduğu  “Güneşi İçenlerin Türküsü” idi.
 -Nazım Hikmet kimdi?- Esasen bu sorunun cevabını merak ediyordum, o yıllarda…
Siyasi düşünceleri, inançları yüzünden yasaklı bir şairdi Nazım Hikmet. Hayatının 17 yılını hapishanelerde geçirmesine rağmen yinede yazmayı hiçbir zaman bırakmayan bir şair. Belki de en üzücü olanı vatan sevgisini şiirlerinde coşkuyla anlatan bu şairin 1951 yılında Türk vatandaşlığından çıkarılmasıydı. Sonrasında eşi Piraye ile Moskova’da yaşamaya başlayan şairin ölümü, Moskova’da geçirdiği bir kalp krizi sonucu gerçekleşti.  Anadolu’ya gömülmesini istemesine rağmen bu vasiyeti yerine getirilmeyen şair, Moskova’ya defnedilmiştir. Edebi hayatı başarılarla dolu geçen Nazım’ın eserleri pek çok dile çevrildi.
Nazım Hikmet’in hayatının önemli bir kısmı mahpushanelerde geçti;  peki Nazım Hikmet’in içinden o yıllarda kaleminden neler dökülmüş?
“Bugün Pazar.
Bugün beni ilk defa güneşe çıkardılar.
Ve ben ömrümde ilk defa gökyüzünün bu kadar benden uzak
Bu kadar mavi
Bu kadar geniş olduğuna şaşarak
Kımıldanmadan durdum.
Sonra saygıyla toprağa oturdum,
Dayadım sırtımı duvara.
Bu anda ne kavga, ne hürriyet, ne karım.
Toprak, güneş ve ben
Bahtiyarım…”
Tecritte geçirdiği o yıllarda, eşi Piraye’ye hitaben yazılmış birçok şiirleri bulunuyor. Belirtmek gerekir ki, Nazım Hikmet’in özel yaşamı oldukça karmaşıktır. Gönlünü pek çok güzele kaptıran şairin “Âşık olmadan yaşamak, yaşamak değildir.” sözü sanırım bu durumu özetlemeye yeterdir.
Konuya ilişkin ilginç bir ayrıntıdır: Nazım, Türkiye’den kaçtıktan sonra doktor Galina Grigoryevna Kolesnikova ile evlenir. Nazım’ın evlenip de hiç şiir yazmadığı tek kadındır Galina…
Uzun yıllar evli kaldığı Piraye için yazdığı şiir:
“Bir tanem!
Son mektubunda:
‘Başım sızlıyor, yüreğim sersem’
Diyorsun; ‘yaşıyamam!’
Yaşarsın karıcığım,
Kara bir duman gibi dağılır hatıram rüzgarda;
Yaşarsın, kalbimin kızıl saçlı bacısı
En fazla bir yıl sürer
Yirminci asırlarda ölüm acısı.
Ölüm
Bir ipte sallanan bir ölü.
Bu ölüme bir türlü razı olmuyor gönlüm.
Fakat
Emin ol ki sevgili;
Zavallı bir çingenenin
Kıllı, siyah bir örümceğe benzeyen eli
Geçirecekse ipi boğazıma,
Mavi gözlerimde korkuyu görmek için
Boşuna bakacaklar Nazım’a!
Ben,
Alaca karanlığında son sabahımın
Dostlarımı ve seni göreceğim,
Ve yalnız
Yarı kalmış bir şarkının acısını
Toprağa götüreceğim…
Karım benim!
İyi yürekli,
Altın renkli,
Gözleri baldan tatlı arım benim;
Ne diye yazdım sana
İstendiğini idamımın,
Daha dava ilk adımında
Ve bir şalgam gibi koparmıyorlar
Kellesini adamın.
Haydi bunlara boş ver.
Bunlar uzak bir ihtimal.
Paran varsa eğer
Bana fanile bir don al,
Tuttu bacağımın siyatik ağrısı.
Ve unutma ki
Daima iyi şeyler düşünmeli
Bir mahpusun karısı.”  (Bursa/Hapishane)
Neden yargılanıp hapse girdiğini, hangi siyasi görüşü benimsediğini duruşma esnasında kendisi şu şekilde yanıtlamıştır:
1938’de orduyu ve donanmayı isyana teşvik ettiği iddiasıyla 28 yıl 4 ay hapis cezasına çarptırılan şair, Çankırı ve Bursa cezaevlerinde yattı. 1950’de özgürlüğüne kavuşmuş olsa da sürekli olarak izlenmekten kurtulamadı; kitaplarını yayınlatma, oyunlarını oynatma olanağı bulamadı. Bu yasaklamalar sonucunda Nazım Hikmet’in icra ettiği şiir sanatı öksüz kaldı. Oysa şimdi ne çok özlüyoruz ‘Rüzgâra Karşı Yürüyen Adam’ Nazım’ı…
Hayat bu ya! Yaşarken çektirdiler, şimdi ise doğumunu kutluyorlar…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder