3 Kasım 2013 Pazar

YENİ BİR HAK ARAMA YOLU: ANAYASA MAHKEMESİNE BİREYSEL BAŞVURU VE BU KAPSAMDA AVUKATLARIN ROLÜ*


Stj.Av.Sinem Saçkan















Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan bir referandumla kabul edilmesiyle iç hukuk sistemimize girmiş bulunan ikincil nitelikte bir hak arama yoludur.[1] Bu cümleden anlaşılacağı üzere, bireyin temel hak ve özgürlükleri kamu gücünün eylem veya ihmali nedeni ile ihlal edilenlerin başvuracağı istisnai bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolu sadece kamu gücü işlemlerine karşı yapılmaktadır.
Ülkemizde bireysel başvuruya ihtiyaç duyulmasının temel nedeni, temel nitelikteki hak ihlallerinin engellenmesi ve ülkemiz aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ( AHİM ) yapılan başvuruların sayısının azaltılmasıdır. Bu kapsamda ülkemiz aleyhine açılmış birçok tazminat davası bulunmaktadır. Üstelik AİHM’de karar bekleyen Türkiye ile ilgili dosyalar her geçen yıl artış göstermektedir. 2007’de 9 bin 150 olan dosya sayısı, 2008’de 11 bin 100’e, 2009’da ise 13 bin 100’e ulaşmıştır.[2]
Avrupa Konseyi’nin organları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin iç hukukta uygulanmasını sağlamaya yönelik mekanizmaları kurma yönünde taraf devletlere yükümlülüklerini hatırlatmaktadır. Burada önem taşıyan husus sözleşmeye taraf olan devletlerin iç hukuklarında ihlalleri giderici mekanizmaları oluşturmalarını sağlamaktır. Anayasa Mahkemesine tanınan bireysel başvuru sistemi bu mekanizmalardan birisidir. Bu sebeple konumuz bakımından bireysel başvurunun incelenmesi önem taşımaktadır.
Bireysel başvuru, 1982 Anayasası’nın 148. ve 149. maddelerinde yapılan değişiklikler ile hukuk sistemimize girmiştir.


Bireysel başvuruya kabul edilebilecek başlıca temel haklar şunlardır: yaşama hakkı, işkence ve eziyet yasağı, suç ve cezaların kanuniliği, hak arama hürriyeti, kişi hürriyeti ve güvenliği, zorla çalıştırma yasağı, özel hayata, aile hayatına, konut ve haberleşmeye saygı, din ve vicdan hürriyeti, toplantı ve örgütlenme hürriyeti, mülkiyet hakkı, serbest seçim hakkı, eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi, eşitlik hakkı.
 Temel hakkı ihlal edilen birey, hak ihlali iddialarını öncelikle ilk derece mahkemeleri ve yüksek mahkemeler önünde ileri sürmüş olmalıdır. Aksi halde Anayasa Mahkemesi başvuruyu, başvuru yollarının tüketilmediği gerekçesi ile kabul edilemez bulacak ve işin esasını incelemeksizin bu gerekçe ile reddedecektir.
Anayasa Mahkemesine bireysel başvurunun kapsamı sadece başvurucunun anayasal temel hak iddiasının doğruluğu üzerinedir. İhlalin tespiti halinde bunun ortadan kaldırılması için alınması gerekli tedbirlere hükmedilecektir. Anayasa mahkemesi önüne gelen başvurularda kanunun doğru uygulanıp uygulanmadığı yönünden değil, temel hak odaklı bir inceleme yapacaktır.
Anayasa Mahkemesi tarafından bireysel başvuru sonucunda verilen kararın, hak ihlalini ortadan kaldırmadığı ve mağduriyetin devam ettiği düşünülüyorsa, bu karardan sonra ilgililerin AHİM’e başvurmasında hiçbir engel bulunmamaktadır.
Kişi güvenliğinin sağlanması demokratik toplumların başlıca varlık nedenidir. Bu kapsamda savunma hakkı, toplumsal konumları ve ekonomik düzeyleri ne olursa olsun, herkes için çok büyük önem taşır. AİHS’e göre, kendisine bir suçlama yöneltilen kişi: “ Kendisini müdafaa etmek veya kendi seçeceği müdafiin veya eğer bir müdafii tayin için mali imkânlardan mahrum bulunuyor ve adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir avukatın meccani yardımından istifade etmek hakkına sahiptir.”[3]
Ceza yargılamalarında savunma hakkının öznesi suçlanan kişidir. Elbette ki sanığın bir müdafii olmadan kendisini savunması en doğal hakkıdır.
Sanığın suçlama karşısındaki öznel konumu ile birlikte hukuk bilgisinin yetersizliği nedeni ile demokratik toplumların güvenliği için önem taşıyan savunma hakkının salt kişisel çabalarla yürütülemeyeceği görülmüştür. Sanığın mahkeme önünde avukat yardımı ile savunulması, toplumsal bir zorunluluk olarak doğmuştur.
Savunmasız sanığa bir avukat atanması ile sorun çözülmüş olmamaktadır. Bununla birlikte avukatın görevini etkili bir biçimde yürütüp yürütmediğinin de değerlendirilmesi gerekir.
Bu bağlamda adil yargılanma hakkının önemine işaret etmek gerekir. Adil yargılanma hakkı, içerik olarak adil karar verilip verilmediği değil, adil bir karar verilebilmesi için gerekli koşulların sağlanıp sağlanmamasıdır.[4] Bununla birlikte İHAM’a göre milli mahkemeler, davayla ilgili olup olmadığının değerlendirilmesinde bir önyargı taşımaksızın taraflarca sunulmuş mütalaalar, savunmalar ve delilleri iyi incelemek yükümlülüğü altındadır; açıkça hatalı bulgulara dayanan bir karara varmak, başvurucunun hakkaniyetli yargılanma güvencesinin mahkeme tarafından ihlal edildiğini gösterebilir.


Campbel ve Fell- İngiltere 1984 tarihli kararı;
“Sözleşme’nin “mahkeme” tanımına giren bütün birimlerde, davanın kanıtlarının sunulduğu, tanıkların dinlendiği veya elde edilen nesnel bulguların hukuksal sonuçlarının tartışıldığı yüz yüze yargılamanın her aşamasında, avukatla savunulma hakkının kullanılması gerekmektedir. Devletlerin bu yükümlülüğü adil yargılanma hakkının zorunlu bir koşuludur.[5]
AİHM’e göre, sanığın ilk derece mahkemesinde avukat eliyle savunulması, yargılamanın sonraki aşamalarında avukatsız bırakılmasına haklılık kazandırmayacaktır.
Federal Mahkeme sanığın avukatla temsil olanağını silahların eşitliği ilkesi kapsamında değerlendirmiştir. Silahların eşitliği ilkesi, yargılamadaki taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin sağlanmasını amaçlar.[6]
Silahların eşitliği ilkesi mahkeme tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: “ Silahların eşitliği, davanın bir tarafını, diğer taraf karşısında belirli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın deliller de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul ve kabul edilebilir olanaklara sahip olması zorunluluğu demektir.”
Avukat, hukukun uygulanmasını sağlamak, hukuk devleti amacına uygun hareket etmekle yükümlüdür. Avukat üstlendiği vekâlet işi çerçevesinde gerçeğin bulunması faaliyetine ortaktır.[7]Bu bağlamda AİHM kararları ile avukatlık mesleği önemli kazanımlar elde etmiştir.
Anayasa Mahkemesine başvuru yapılırken veya incelemenin ilerleyen aşamalarında avukat tutulması mümkün ise de bu konuda bir zorunluluk bulunmamaktadır. Avukat aracılığıyla yapılan başvurularda, buna ilişkin vekâletnamenin başvuru ekinde bulunması şarttır. Başvurucunun avukatı ya da kanuni temsilcisi varsa onunla yapılan yazışmalar ya da ona yapılan tebligatlar başvurucuya yapılmış sayılır.
Belirtmiş olalım ki, bireysel başvuru yapılmasının kesinleşen kamu işlemine yönelik doğrudan bir etkisinin bulunmaması nedeniyle, bu işlemin infaz ya da icrasının durdurulması söz konusu olmamaktadır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda tedbir kararı almayı çok istisnai durumlarda kabul etmektedir.
Bireysel başvurudan feragat mümkündür. Başvurucunun davasından feragati halinde düşme kararı verilir. Anayasa Mahkemesince verilen kararlar kesindir. Bu kararlara karşı itiraz edilebilmesi mümkün değildir.
Son olarak ifade etmiş olalım ki, Anayasa Mahkemesi karar verirken anayasa hükümlerini sözleşmeye uygun bir şekilde yorumlayıp ona göre karar vermesi gerekir.

*Güncel Hukuk Dergisi, Kasım, Sayı 119.




[1] Ekinci, Hüseyin-Sağlam, Musa, 66 soruda Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Council of Europe, Avrupa Konseyi, T.C.Anayasa Mahkemesi, 2012, s.7.
[3] Güney Dinç, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarına Göre Avukatla Savunma Hakkı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi, (http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2004-55-88, (Erişim tarihi: 09 Eylül 2013).
[4] İnceoğlu, Sibel, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, 2.baskı, beta, haziran, 2013, İstanbul, s.209.

[5] Bknz: http://yeniyaklasimlar.org/m.aspx?id=262, (Erişim tarihi: 09 Eylül 2013)
[6] İnceoğlu, Sibel, a.g.e., s.239.
[7] Bknz: http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1272.htm, ( Erişim tarihi: 09 Eylül 2013)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder