Stj.Av.Sinem
Saçkan

Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru, 7.5.2010 günlü, 5982 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının Bazı Maddelerinde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan bir referandumla kabul edilmesiyle iç hukuk sistemimize girmiş bulunan ikincil nitelikte bir hak arama yoludur.[1] Bu cümleden anlaşılacağı üzere, bireyin temel hak ve özgürlükleri kamu gücünün eylem veya ihmali nedeni ile ihlal edilenlerin başvuracağı istisnai bir kanun yoludur. Bireysel başvuru yolu sadece kamu gücü işlemlerine karşı yapılmaktadır.
Ülkemizde bireysel
başvuruya ihtiyaç duyulmasının temel nedeni, temel nitelikteki hak ihlallerinin
engellenmesi ve ülkemiz aleyhine Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ( AHİM )
yapılan başvuruların sayısının azaltılmasıdır. Bu kapsamda ülkemiz aleyhine
açılmış birçok tazminat davası bulunmaktadır. Üstelik AİHM’de karar bekleyen
Türkiye ile ilgili dosyalar her geçen yıl artış göstermektedir. 2007’de 9 bin
150 olan dosya sayısı, 2008’de 11 bin 100’e, 2009’da ise 13 bin 100’e
ulaşmıştır.[2]
Avrupa Konseyi’nin
organları, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin iç hukukta uygulanmasını
sağlamaya yönelik mekanizmaları kurma yönünde taraf devletlere yükümlülüklerini
hatırlatmaktadır. Burada önem taşıyan husus sözleşmeye taraf olan devletlerin
iç hukuklarında ihlalleri giderici mekanizmaları oluşturmalarını sağlamaktır.
Anayasa Mahkemesine tanınan bireysel başvuru sistemi bu mekanizmalardan
birisidir. Bu sebeple konumuz bakımından bireysel başvurunun incelenmesi önem
taşımaktadır.
Bireysel başvuru, 1982
Anayasası’nın 148. ve 149. maddelerinde yapılan değişiklikler ile hukuk
sistemimize girmiştir.

Bireysel başvuruya
kabul edilebilecek başlıca temel haklar şunlardır: yaşama hakkı, işkence ve
eziyet yasağı, suç ve cezaların kanuniliği, hak arama hürriyeti, kişi hürriyeti
ve güvenliği, zorla çalıştırma yasağı, özel hayata, aile hayatına, konut ve
haberleşmeye saygı, din ve vicdan hürriyeti, toplantı ve örgütlenme hürriyeti,
mülkiyet hakkı, serbest seçim hakkı, eğitim ve öğretim hakkı ve ödevi, eşitlik
hakkı.
Temel hakkı ihlal edilen birey, hak ihlali
iddialarını öncelikle ilk derece mahkemeleri ve yüksek mahkemeler önünde ileri
sürmüş olmalıdır. Aksi halde Anayasa Mahkemesi başvuruyu, başvuru yollarının
tüketilmediği gerekçesi ile kabul edilemez bulacak ve işin esasını
incelemeksizin bu gerekçe ile reddedecektir.
Anayasa Mahkemesine
bireysel başvurunun kapsamı sadece başvurucunun anayasal temel hak iddiasının
doğruluğu üzerinedir. İhlalin tespiti halinde bunun ortadan kaldırılması için
alınması gerekli tedbirlere hükmedilecektir. Anayasa mahkemesi önüne gelen
başvurularda kanunun doğru uygulanıp uygulanmadığı yönünden değil, temel hak
odaklı bir inceleme yapacaktır.
Anayasa Mahkemesi
tarafından bireysel başvuru sonucunda verilen kararın, hak ihlalini ortadan
kaldırmadığı ve mağduriyetin devam ettiği düşünülüyorsa, bu karardan sonra
ilgililerin AHİM’e başvurmasında hiçbir engel bulunmamaktadır.
Kişi güvenliğinin
sağlanması demokratik toplumların başlıca varlık nedenidir. Bu kapsamda savunma
hakkı, toplumsal konumları ve ekonomik düzeyleri ne olursa olsun, herkes için
çok büyük önem taşır. AİHS’e göre, kendisine bir suçlama yöneltilen kişi: “ Kendisini müdafaa etmek veya kendi seçeceği
müdafiin veya eğer bir müdafii tayin için mali imkânlardan mahrum bulunuyor ve
adaletin selameti gerektiriyorsa, mahkeme tarafından tayin edilecek bir
avukatın meccani yardımından istifade etmek hakkına sahiptir.”[3]
Ceza yargılamalarında
savunma hakkının öznesi suçlanan kişidir. Elbette ki sanığın bir müdafii
olmadan kendisini savunması en doğal hakkıdır.
Sanığın suçlama
karşısındaki öznel konumu ile birlikte hukuk bilgisinin yetersizliği nedeni ile
demokratik toplumların güvenliği için önem taşıyan savunma hakkının salt
kişisel çabalarla yürütülemeyeceği görülmüştür. Sanığın mahkeme önünde avukat
yardımı ile savunulması, toplumsal bir zorunluluk olarak doğmuştur.
Savunmasız sanığa bir
avukat atanması ile sorun çözülmüş olmamaktadır. Bununla birlikte avukatın
görevini etkili bir biçimde yürütüp yürütmediğinin de değerlendirilmesi
gerekir.
Bu bağlamda adil
yargılanma hakkının önemine işaret etmek gerekir. Adil yargılanma hakkı, içerik
olarak adil karar verilip verilmediği değil, adil bir karar verilebilmesi için
gerekli koşulların sağlanıp sağlanmamasıdır.[4]
Bununla birlikte İHAM’a göre milli mahkemeler, davayla ilgili olup olmadığının
değerlendirilmesinde bir önyargı taşımaksızın taraflarca sunulmuş mütalaalar, savunmalar
ve delilleri iyi incelemek yükümlülüğü altındadır; açıkça hatalı bulgulara
dayanan bir karara varmak, başvurucunun hakkaniyetli yargılanma güvencesinin
mahkeme tarafından ihlal edildiğini gösterebilir.
Campbel ve Fell-
İngiltere 1984 tarihli kararı;
“Sözleşme’nin “mahkeme”
tanımına giren bütün birimlerde, davanın kanıtlarının sunulduğu, tanıkların
dinlendiği veya elde edilen nesnel bulguların hukuksal sonuçlarının
tartışıldığı yüz yüze yargılamanın her aşamasında, avukatla savunulma hakkının
kullanılması gerekmektedir. Devletlerin bu yükümlülüğü adil yargılanma hakkının
zorunlu bir koşuludur.[5]
AİHM’e göre, sanığın
ilk derece mahkemesinde avukat eliyle savunulması, yargılamanın sonraki
aşamalarında avukatsız bırakılmasına haklılık kazandırmayacaktır.
Federal Mahkeme sanığın
avukatla temsil olanağını silahların eşitliği ilkesi kapsamında
değerlendirmiştir. Silahların eşitliği ilkesi, yargılamadaki taraflar arasında hakkaniyete uygun bir dengenin
sağlanmasını amaçlar.[6]
Silahların eşitliği
ilkesi mahkeme tarafından şu şekilde tanımlanmıştır: “ Silahların eşitliği, davanın bir tarafını, diğer taraf karşısında
belirli bir dezavantaj içine sokmayacak şartlar altında, her bir tarafın
deliller de dahil olmak üzere, davasını ortaya koymak için makul ve kabul
edilebilir olanaklara sahip olması zorunluluğu demektir.”
Avukat, hukukun
uygulanmasını sağlamak, hukuk devleti amacına uygun hareket etmekle yükümlüdür.
Avukat üstlendiği vekâlet işi çerçevesinde gerçeğin bulunması faaliyetine
ortaktır.[7]Bu
bağlamda AİHM kararları ile avukatlık mesleği önemli kazanımlar elde etmiştir.
Anayasa Mahkemesine
başvuru yapılırken veya incelemenin ilerleyen aşamalarında avukat tutulması
mümkün ise de bu konuda bir zorunluluk bulunmamaktadır. Avukat aracılığıyla yapılan
başvurularda, buna ilişkin vekâletnamenin başvuru ekinde bulunması şarttır.
Başvurucunun avukatı ya da kanuni temsilcisi varsa onunla yapılan yazışmalar ya
da ona yapılan tebligatlar başvurucuya yapılmış sayılır.
Belirtmiş olalım ki,
bireysel başvuru yapılmasının kesinleşen kamu işlemine yönelik doğrudan bir
etkisinin bulunmaması nedeniyle, bu işlemin infaz ya da icrasının durdurulması
söz konusu olmamaktadır. Anayasa Mahkemesi bireysel başvuruda tedbir kararı
almayı çok istisnai durumlarda kabul etmektedir.
Bireysel başvurudan
feragat mümkündür. Başvurucunun davasından feragati halinde düşme kararı
verilir. Anayasa Mahkemesince verilen kararlar kesindir. Bu kararlara karşı
itiraz edilebilmesi mümkün değildir.
Son olarak ifade etmiş
olalım ki, Anayasa Mahkemesi karar verirken anayasa hükümlerini sözleşmeye
uygun bir şekilde yorumlayıp ona göre karar vermesi gerekir.
*Güncel Hukuk Dergisi, Kasım, Sayı 119.
*Güncel Hukuk Dergisi, Kasım, Sayı 119.
[1] Ekinci,
Hüseyin-Sağlam, Musa, 66 soruda Anayasa Mahkemesine Bireysel Başvuru, Council
of Europe, Avrupa Konseyi, T.C.Anayasa Mahkemesi, 2012, s.7.
[2] Bknz:” http://gundem.milliyet.com.tr/aihm-nin-2012-gumus-madalyasi-turkiye-ye-/gundem/gundemdetay/25.01.2013/1660043/default.htm”,( Erişim tarihi: 09 Eylül 2013.
[3] Güney
Dinç, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
Kararlarına Göre Avukatla Savunma Hakkı”, Türkiye Barolar Birliği Dergisi,
(http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2004-55-88, (Erişim tarihi: 09 Eylül 2013).
[4] İnceoğlu,
Sibel, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi ve Anayasa, 2.baskı, beta, haziran,
2013, İstanbul, s.209.
[5] Bknz: http://yeniyaklasimlar.org/m.aspx?id=262,
(Erişim tarihi: 09 Eylül 2013)
[6]
İnceoğlu, Sibel, a.g.e., s.239.
[7] Bknz: http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1272.htm,
( Erişim tarihi: 09 Eylül 2013)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder