20 Kasım 2012 Salı

İDAM MAHKÛMUNUN SON GÜNÜ

SİNEM SAÇKAN

Bir toplum yaşatıcı olduğu kadar öldürücü de olabilir…”

Fransız yazar Victor Hugo’nun yazdığı en önemli eserlerinden birisidir: “Bir İdam Mahkûmunun Son Günü”.
Şimdiye kadar yazmış olduğu eserlerinin arasında en kısa ama en etkileyici olanıdır. Hümanist olan Victor Hugo’nun bu yapıtı, suçlu dediğimiz insana uzaktan bakmak yerine, bu insanın hayatına girmemizi sağlıyor, onun da bir insan olduğunu fark ettiriyor.
Victor, bu eserini 26 yaşında iken yazmış, idamların tiyatro gösterisi gibi halkın önünde eğlence tarzında yapılmasından çok etkilenmiş ve idam cezasının karşıtı olarak “İdam Mahkûmunun Son Günü”nü kaleme almıştır.
Kitapta, idam cezasına çarptırılmış olan karakterin, hissettikleri, yaşadıkları, düşünüp de yaşayamayacağı durumları (karaktere ne düşünüyorsun diye soru sorulduğunda verdiği yanıt bir daha düşünemeyeceğimi düşünüyorum şeklinde olmuştur.), acıları, ızdırapları, sönmüş, yitip gitmiş umutlarını, çok sevdiği kızı Marie’yi, İnfaza gidilen sonsuz yolculuğu etkileyici bir şekilde anlatılmış.
Karakter o kadar çaresizlik içerisindedir ki, merhamet edilmeyi bekler. Hayatının bağışlanmasını ister. Hatta başka cezalara razı olduğunu belirtir. Anılan durum kitapta şu cümleler ile tasvir edilmiştir:
Ah Tanrım! Acı bana! Belki bana merhamet ederler. Kralın benimle bir sorunu yok. Avukatımı çağırın! Kürek cezasını tercih ediyorum. Beş yıl kürek cezasına razıyım- ya da yirmi yıl- ya da ömür boyu demire vurulmaya. Ama lütfen hayatımı bağışlasınlar!”
Bir insanın öleceğini bilerek yaşaması, aldığı nefesin belki de ilk defa farkına varması ve kendisiyle hesaplaşması sanıldığı kadar kolay olmasa gerekir:
“Saat biri çeyrek geçiyor. İşte şu anda hissettiklerim: Şiddetli baş ağrısı. Buz gibi böbrekler, ateşler içinde bir alın. Her kalktığımda ya da öne doğru eğildiğimde, beynimde dalgalanan ve beynimin kafatasıma vurup duran bir sıvı gibi hissediyor gibi oluyorum. Gözlerim dumanlı bir yerdeymişim gibi yanıyor. Dirseklerim acıyor. İki saat kırk beş dakika daha, sonra iyileşmiş olacağım.”
İşlenmiş olan bir suç ve bunun karşılığında verilen bir ceza… Suç işleyenin toplumdan tasfiye edilmesi, yani idamına karar verilmesi… En temel hak dediğimiz “yaşama hakkının” elinden alınması… Geri dönüşü olmayan verilebilecek en ağır ceza: İdam!
Hâkimlerden sonra bizler de onları düşüncelerimizle yargılarken, hiç düşünmüş müydük; acaba ne hissediyorlardı, hücrelerinde yalnız kaldıkları zaman kafalarına hangi düşünceler üşüşüyordu?
“Beni endişelendiren zavallı yaşlı annem değil, o altmış dört yaşında, bu darbeyle ölür. Karım da beni endişelendirmiyor, zaten onun da sağlığı iyi değil, o da ölür. Ama kızım, evladım, şu an gülen,  oynayan, şarkı söyleyen, hiçbir şey düşünmeyen zavallı küçük marie’m, bana acı veren o!”
Normal bir insanın hissettikleri duygular değil tüm bu anlatılanlar. Öleceği gün ve saati bilen bir idam mahkûmunun hissettikleridir. İşte, bu kitap bize olaylara tek yönlü değil iki yönlü bakılması gerektiğini öğretiyor. Her şeyden önce kitap, insanın bir insan olduğunu dile getiriyor…Tanıkhukuk.com sitesinde bu yazı yayınlanmıştır

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder