“Bir toplum yaşatıcı olduğu
kadar öldürücü de olabilir…”
Fransız yazar Victor
Hugo’nun yazdığı en önemli eserlerinden birisidir: “Bir İdam Mahkûmunun Son
Günü”.
Şimdiye
kadar yazmış olduğu eserlerinin arasında en kısa ama en etkileyici olanıdır.
Hümanist olan Victor Hugo’nun bu yapıtı, suçlu dediğimiz insana uzaktan bakmak
yerine, bu insanın hayatına girmemizi sağlıyor, onun da bir insan olduğunu fark
ettiriyor.
Victor,
bu eserini 26 yaşında iken yazmış, idamların tiyatro gösterisi gibi halkın
önünde eğlence tarzında yapılmasından çok etkilenmiş ve idam cezasının karşıtı
olarak “İdam Mahkûmunun Son Günü”nü kaleme almıştır.

Kitapta,
idam cezasına çarptırılmış olan karakterin, hissettikleri, yaşadıkları, düşünüp
de yaşayamayacağı durumları (karaktere ne düşünüyorsun diye soru sorulduğunda
verdiği yanıt bir daha düşünemeyeceğimi düşünüyorum şeklinde olmuştur.),
acıları, ızdırapları, sönmüş, yitip gitmiş umutlarını, çok sevdiği kızı
Marie’yi, İnfaza gidilen sonsuz yolculuğu etkileyici bir şekilde anlatılmış.
Karakter
o kadar çaresizlik içerisindedir ki, merhamet edilmeyi bekler. Hayatının
bağışlanmasını ister. Hatta başka cezalara razı olduğunu belirtir. Anılan durum
kitapta şu cümleler ile tasvir edilmiştir:
“Ah Tanrım! Acı bana! Belki bana merhamet
ederler. Kralın benimle bir sorunu yok. Avukatımı çağırın! Kürek cezasını
tercih ediyorum. Beş yıl kürek cezasına razıyım- ya da yirmi yıl- ya da ömür
boyu demire vurulmaya. Ama lütfen hayatımı bağışlasınlar!”
Bir
insanın öleceğini bilerek yaşaması, aldığı nefesin belki de ilk defa farkına
varması ve kendisiyle hesaplaşması sanıldığı kadar kolay olmasa gerekir:
“Saat biri çeyrek
geçiyor. İşte şu anda hissettiklerim: Şiddetli baş ağrısı. Buz gibi böbrekler,
ateşler içinde bir alın. Her kalktığımda ya da öne doğru eğildiğimde, beynimde
dalgalanan ve beynimin kafatasıma vurup duran bir sıvı gibi hissediyor gibi
oluyorum. Gözlerim dumanlı bir yerdeymişim gibi yanıyor. Dirseklerim acıyor. İki
saat kırk beş dakika daha, sonra iyileşmiş olacağım.”
İşlenmiş
olan bir suç ve bunun karşılığında verilen bir ceza… Suç işleyenin toplumdan
tasfiye edilmesi, yani idamına karar verilmesi… En temel hak dediğimiz “yaşama
hakkının” elinden alınması… Geri dönüşü olmayan verilebilecek en ağır ceza:
İdam!
Hâkimlerden
sonra bizler de onları düşüncelerimizle yargılarken, hiç düşünmüş müydük; acaba
ne hissediyorlardı, hücrelerinde yalnız kaldıkları zaman kafalarına hangi
düşünceler üşüşüyordu?
“Beni
endişelendiren zavallı yaşlı annem değil, o altmış dört yaşında, bu darbeyle
ölür. Karım da beni endişelendirmiyor, zaten onun da sağlığı iyi değil, o da
ölür. Ama kızım, evladım, şu an gülen, oynayan, şarkı söyleyen, hiçbir şey düşünmeyen
zavallı küçük marie’m, bana acı veren o!”
Normal
bir insanın hissettikleri duygular değil tüm bu anlatılanlar. Öleceği gün ve
saati bilen bir idam mahkûmunun hissettikleridir. İşte, bu kitap bize olaylara
tek yönlü değil iki yönlü bakılması gerektiğini öğretiyor. Her şeyden önce
kitap, insanın bir insan olduğunu dile getiriyor…Tanıkhukuk.com sitesinde bu yazı yayınlanmıştır
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder