HUKUKİ YORUM
HUKUK VE EDEBİYAT PORTALI...
4 Kasım 2025 Salı
2025- 2026 TBB AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ (AAÜT) RESMİ GAZETE'DE YAYIMLANDI
19 Ekim 2025 Pazar
MANOLYALAR
Güzel bir sonbahar günüydü. Altın sarısı yapraklar her yere saçılmıştı. Güneş tüm ihtişamıyla batmak üzereydi. Batarken de denizi ışıl ışıl sarı rengine boyamıştı adeta. Yere saçılan yapraklar rüzgarın hafif esintisi ile havada dans ediyor gibiydi. Bu manzara eşliğinde ağaçlar ise puzzle'ın tamamlayıcı bir parçası olmuştu. Yuvarlak masa da bir defter ve dolma kalem birde dumanı tüten bir fincan çay vardı. Bu sakin köşede yazı yazmak Yunus'a iyi geliyordu. Burası onun her şeyden arınmak için geldiği kurtarıcı bir yerdi. Çayından bir bardak yudumlayıp içtikten sonra denize bakıp uzaklara daldı. Derin bir iç çekiş sonrası aklına Seneca'nın sevdiği bir sözü geldi; " gerçek, ancak işitmek isteyene söylenmeli."
Yalnız kaldığı zamanlar Yunus, yaşam üzerine düşünmeyi ve yazmayı severdi. Tek başına kalmak, kafasını toparlaması için ona iyi geliyor ve dahası yazma konusunda üretkenliğini arttırıyordu. Bazen düşüncelere daldığında kendi kendisiyle konuşurcasına tez- antitez tartışmalarına girdiği de oluyordu.
Zamanında anlatmaya çalıştığı şeyler insanlar tarafından pek dikkate alınmamıştı. O yüzden gerçek, ancak işitmek isteyene söylenmeli diye sık sık bu sözü tekrar ederdi kendisine... İnsanlar yalanı severdi. Gerçekler insanı acıtır ve üzerdi. Ancak ne olursa olsun terazi de gerçekler ağır basmalıydı. Yalan kaybetmeye mahkumdu...
Yunus kasım ayında tekrar aynı yere gelmişti. Yuvarlak masa başında otururken beyaz manolya çiçeği görmüştü. Gözlerini çiçekten alamamıştı. O kadar saf, o kadar narin bir görüntüsü vardı ki... İnsan koklamaya kıyamaz diye düşündü. Çayını yudumladıktan sonra uzun uzun düşündü ve kalemi denize attı. Artık düşüncelerini ve duygularını deftere yazmayıp bembeyaz açan manolyaya anlatacaktı...
"Yaşam" dedi Yunus, manolyaya... bir tiyatro oyununa benzer. Ne kadar uzun olduğu değil, ne kadar iyi oynandığı önemlidir. Soğumaya yüz tutmuş çayından bir yudum daha almıştı. Manolyalar hafif rüzgar esintisiyle beraber sağa sola doğru hareket ediyordu. Yunus, denize son bir kez daha baktı kalkarken batan güneşi gördü." O gemi bir gün gelecek" dedi manolyaya gitmeden önce... O gemi bir gün gelecek.
Bu bir umudun sesiydi. Umutlu bir bekleyişti. O günden sonra Yunus, manolyaların can suyu olmuştu...
Yazar: Sinem SAÇKAN
4 Ekim 2025 Cumartesi
SALVADOR DALİ- BELLEĞİN AZMİ
Zaman eriyip gitse de, zaman içerisinde yaşananlar hafızamızda kalmaya ve orada yaşamaya devam ediyor. Belleğimizde yitip giden birçok an'ların kayıtları duruyor. İstediğimiz zaman kendimize bazı an'ları tekrar tekrar yaşatabiliriz. Gün olur, bir kanepenin üzerinde dumanı tütmekte olan kahveyi yudumlarken kendimizi, yaşamayı tekrar istediğimiz an'ı yaşarken bulabiliriz. Mesela, yıllar öncesinde tadı damağımızda kalan bir sohbeti, belki de hayatta olmayan dedemizle parkta geçirdiğimiz salıncakta sallandığımız o an'ı... Ya da kendimizle gurur duyduğumuz mezuniyet an'larımızı düşünürken o sahneleri yeniden yaşadığımızı...
Bellek, biz ne yaşarsak yaşayalım kayıt tutar. Biz istemedikçe, kötü an'lar belleğimizde bir klasörün içinde dursa da, rafta kapalı klasörde kalmaya devam eder. Aslında oradadır. Ancak insan, yok sayarak yaşanmış olan bir kötü anı dahi hiç yaşanmamış kılabilir. Bu mümkün...
Hepimizin zihninde adeta bir kütüphane var. Bu kütüphanede, defalarca okuduğumuz, yarıda bırakığımız ve hiç okumadığımız kitaplar var. Uçsuz bucaksız kütüphanede hangi kitabı seçeceğimize biz karar veriyoruz. Zamanın durduğu bu yolculukta ruh halimizin ahengi içerisinde bir kitap alırız ve o bizim an'ımız olur. Belki, geceyse gündüz olur, gündüzse gece olur. Kim bilir? Sonbaharsa ilkbahar olur, ilkbaharsa kış olur. Uzaksa yakın olur, yakınsa uzak olur...
Yerden ve zamandan bağımsız istediğimiz an'da...
Hiç düşündünüz mü? Aslında düşünürken, "şimdide" "geçmişi" yaşadığınızı?
Belki bilinçli, belki de bilinçsiz bunu hepimiz yaşadık. Hepimiz, geçmişin zaman yolculuğunu yaptık. O salıncakta tekrar sallandık, diploma töreninde o kepi tekrar havaya uçurduk, o masa sohbetlerini tekrar yaşadık...
Zaman, elle tutulur gözle görülür bir kavram olmasa da Salvador Dali'nin, Belleğin Azmi isimli eserini hatırlayalım. Birden çok saat görseli, zaman kavramını sembolize ederek eserde erimiş bir vaziyettedir.
Salvador Dali belki de, bu saatleri resmederken kimi mutlu kimi mutsuz an'ların toplamı olarak eserinde yer vermiştir.
Sezen Aksu'nun bir şarkı sözünde dediği gibi ; "yaşamak dediğin üç beş kısa mutlu an'dan ibaret." Geçmişin zaman yolculuğunu yaparken mutlu an'larda yüzünüzden tebessüm eksik olmasın...
Sinem SAÇKAN
15 Kasım 2023 Çarşamba
İNSAN VE HAYAT
Uzun bir zamandır yazmak isteyip yazamadığım bir süreç oldu. Hayatın akışı içerisinde bazen yapmak istediklerimizi erteledikçe çoğunlukla gerçekleştirmek istediğimiz ne varsa sanki daha da uzaklaşıyor bizden. Birazda bu düşüncenin etkisiyle tam bugün artık yazmaya başlamalıyım dedim kendi kendime.
İnsan ve hayat konusunu - çokça geniş bir konu olsa da- ele alarak biraz da karşılıklı sohbet edasıyla değerli okuyucularımla bu yazıda buluşmayı istedim.
Evrende bir çok değişken dinamik mevcut. Gördüğümüz her şey hızla değişip, gelişiyor. Bizlerde bu değişime uyum sağlamaya gayret ediyoruz. Zamanın hızına uyum sağlamaya çalıştıkça bocaladığımızda oluyor elbette. Neticede insan denen varlık kusursuz değil.
İnsanlar, gündeme dair bir olumsuz haberi henüz sindirememişken hemen akabinde başka bir gündeme dair sorunla karşı karşıya kalıyor. Bahsi geçen bu durum artık o kadar çokça oluyor ki, bu sayede insanlar olaylar karşısında hissizleşmeye başlıyor. Üzerine düşünüldüğünde aslında oldukça üzücü bir durum.
Hatırlayın, bir dönem kadına karşı şiddet olayları her gün haberlere konu oluyordu. İçimizi parçalayan, yüreklerimizi burkan bu haberler paylaşıldıkça tüm bu şiddet olaylarını kınayıp, lanetledik. Suçluların en ağır cezalarla cezalandırılmasını istedik. Ancak ne ölçüde tüm bu yaşananlar caydırıcılık noktasında etken olabildi?
Bununla birlikte adeta bir şiddet haberi, bir diğer şiddet haberi ile yarışıyor gibi toplumun kanayan yarası olan kadın cinayetleri dur durak bilmedi.
Özetle, olayların biri bitmeden bir diğeri başlıyor.
İnsanlar hangi acıya ne kadar üzüleceğini neye yas tutacağını neye sevineceğini bilemez hale geldi. Adeta robotlaştık, hissizleştik. Bunun sonucu olarak tepkisizleştik.
Günlük yaşamda, etrafımıza bakındığımızda suratlar asık, moraller bozuk, endişe ve kaygı çok fazla... Çoğu insanın bir şeyler yapma konusunda motivasyonu kalmadı. Hatta bazı yükümlülüklerini zorla yerine getiren insan topluluğu haline geldik.
Zihinler çok yorgun ve artık insanlarda kitlesel duyguları taşıyacak yer kalmadı...
Toplumsal olarak savaşları, ekonomik krizleri, küresel salgınları, yangınları, depremleri, şiddet ve istismar olaylarını peş peşe yaşadık.
Bir diğerinin ağırlığı altından çıkamadan bir başka olay çıktı karşımıza. Tüm bu olaylar karşısında elbette herkes nasibini öyle ya da böyle aldı. Artan kira ve daire fiyatları, yüksek enflasyon, TL 'nin değer kaybı, gelecek kaygısı, belirsizlik ve insan ilişkilerindeki değişim herkesin dilinde olan ortak konular...
Bir yandan her yer, herkes, her şey gürültülü... Her yerden bir ses çıkıyor, herkes bir şeyler söylüyor. Ortalık bilgi, endişe, kaygı, üzüntü, öfke sesleriyle dolu...
Hepimiz bu tür duyguların yorgunuyuz. Biraz dingin ve sakin kalmayı başarmak lazım.
Yaşam denilen bu yolculukta bıkmadan, usanmadan kendi yolunda ilerleyip gelişen herkese buradan selam olsun. Sevgi, merhamet ve vicdan en büyük kılavuzunuz olsun.
Sevgiler...
SİNEM SAÇKAN
18 Aralık 2022 Pazar
MARTİN EDEN- JACK LONDON İNCELEME
İlk inceleme yazımın Jack London’un yazmış olduğu “Martin Eden” isimli eser özelinde olacak olması bu satırları yazarken beni heyecanlandırıyor. Çünkü şimdiye kadar okuduğum kitaplar arasında beni bu denli etkileyen bir başka kitap olmadı. Başlangıçta belirtmem gerekir ki kitabı spolier vermeden incelemesini yazmak oldukça zor.
Bu nedenle eser ile ilgili birtakım detaylara yer vereceğimi şimdiden ifade etmeliyim. Aslında Jack London ile tanışmam “Beyaz Diş” İsimli eseriyle olmuştu. Kitabı okuduğumda adeta okuduğum ortamdan uzaklaşıp kitabın büyüleyici dünyasında kendimi bulmuştum. Bu kesinlikle yazarın başarısıydı. Jack London ilgimi çekmeyi bu kitapla başarmıştı zaten.
Martin Eden kitabını Türkiye İş Bankası Kültür yayınlarından
okumuştum. Kitap 517 sayfadan oluşuyor. Kitabın kalınlığı okurun gözünü
kesinlikle korkutmamalı. Çünkü okudukça okuyucuyu içine alacak olan bu eser
bitmesine yakın bir aşamada okuyucuya içten içe keşke kitap hiç bitmese
dedirtiyor. Bu sebeple kitabı elinize aldığınızda şimdiden önyargılarınızdan
arınmanızı öneririm.
Martin Eden aslında yarı otobiyografik bir eser. Bu açıdan
Jack London ile Martin Eden arasında birtakım benzerlikler olduğunu
söyleyebiliriz. Bu durum ise okuyucu tarafından eseri daha ilgi çekici hale
getiriyor.
Peki, tüm bu methiyeleri sıraladığımız eser neleri içeriyor?
Eser konu itibariyle aslında oldukça kapsamlı. Sosyal sınıf
farkı, statü ve servetin insanlar arasında yarattığı ikilem, çatışma ve hayal
kırıklıklarını barındırdığı gibi aşk, umut, sevgi gibi duyguları da okuyucuya
fazlasıyla aktaran bir eser.
“Bir kadının yüzüne
bakıp sarhoş olacağımı hiç sanmazdım.” diyen Martin Eden’in kuvvetli
duygular beslediği büyük aşkı Ruth Morse’a karşı hissettiklerine gıpta edip sonrasında
bu duyguların nasıl ağırlığı altında kaldığını gözler önüne seren bir yapıt.
Martin Eden, yabani bir denizcidir. Ancak ilk gördüğü anda Ruth’a
karşı olan yoğun duyguları onu aslında hayata karşı eğitir. Aşkı uğruna kendine
bir çekidüzen verip kitaplara merak salar ve bütün gücün kitaplarda olduğunu
düşünmeye başlar. Bu şekilde kendini sıkı bir eğitime sokar ve bir yazara
dönüşür. Konuşması, giyim tarzı, hayata karşı yönelimleri değişime uğrayan
Martin artık oldukça donanımlı biri haline gelmiştir.
Bir zamanlar kitap alabilmek için parayı denkleştirmek
konusunda zorluklar yaşayan ve o dönemde aşkına karşılık bulamayan Martin artık
yazmış olduğu yazılar sayesinde ekonomik olarak rahata kavuşmuştur. Bu noktadan
sonra Martin’in değer görmeye başlaması ise aslında Martin’in ne yazık ki sonu
olmuştur.
Martin’in yazmış olduğu kitapların ilgi görmesinden sonra büyük
aşkı Ruth’un kendisiyle evlenmek istediğini söylemesi Martin için çok acı
vericiydi. Tam olarak o an gerçekten sevilmediğini düşünmüştü. Oysaki kitapları
ilgi görmeseydi Martin gene aynı Martin’di fakat kitapları ilgi görmeseydi Ruth
yanında olmayacaktı.
Martin için para, o anda alabileceği şeyler dışında hiçbir anlam
ifade etmiyordu. Haritasız ve dümensiz kalmış gideceği limanı olmayan bir
gemiydi artık. İçini acıtan bir şey varsa o da yaşamaktı. Hayat onu
kaygılandırıyor, sıkıyor, zaman ise eziyet gibi geliyordu.
İşte Martin Eden tüm yaşadığı mücadeleler sonucunda ulaşmak
istediği hedefe vardığında aslında çabasının amaçsız olduğunu tüm çıplaklığıyla
görmüştü. Martin Eden bitmişti ve okuyucusu yarım kalmıştı.
Bu eseri herkesin okumasını öneririm çünkü Martin Eden bu
anlattığım kurgudan daha fazlası…
Martin Eden karakteri, kitabı okudukça bir arkadaşınız bir
dostunuz gibi kendinize yakın hissedeceğiniz biri oluveriyor. Kah yaptıklarına
gülüp kah yaptıklarına duygulanacağınız bir dert ortağınız gibi belki de…
Kitabı bitirdikten sonra bir süre boşluk ve eksiklik
hissettim hayatımda. Yakın bir dostumu kaybetmişçesine hüzünlendim. Eminim sizlerde
okuyunca bana hak vereceksinizdir.
Şimdiden iyi okumalar dilerim. Kitapla ve sevgiyle kalın…
23 Ocak 2022 Pazar
AVUKAT MUSTAFA ERDİNÇ USTAOĞLU İLE AVUKATLIK MESLEĞİ ÜZERİNE RÖPORTAJ
KENDİNİZDEN KISACA BAHSEDEBİLİR MİSİNİZ?
Ben Avukat Mustafa Erdinç USTAOĞLU, 1991 Yılının Nisan ayında doğdum. Ankaralıyım. İlkokul ve ortaokulu Türkiye’nin çeşitli şehirlerinde; lise ve üniversiteyi ise Ankara’da okudum. Atılım Üniversitesi Hukuk Fakültesinden 2016 yılında mezun olarak Ankara Barosunda stajımı başlattım. Öte yandan Ufuk Üniversitesi Özel Hukuk Tezli Yüksek Lisans programına da kabul aldım. 2018 yılında ise kendi hukuk büromu açtım. Halen Ankara’da kendi ofisimde mesleğimi icra etmekteyim.
HUKUK FAKÜLTESİNİ OKUMAYA NASIL KARAR VERDİNİZ?
Aslında çocukluk hayalim değildi. Hep uzay ve gök bilimine ilgim vardı fakat zamanla ayaklarım yere bastı ve hayatımı idame ettirebileceğim meslekleri düşünmeye başladım. Ben hukukçu bir aileden geliyorum, dolayısıyla avukatlık, hâkimlik ya da cumhuriyet savcılığı en gerçekçi seçenekler arasındaydı. Karakterime daha uygun olduğu için motivasyonumu avukatlık üzerine kurdum ve hukuk fakültesini kazandım.
HUKUK FAKÜLTESİNİ OKUMAK İSTEYENLERE TAVSİYENİZ NELERDİR?
Hukuk Fakülteleri ülkemizde popülerliğini uzun süre korumuş olsa da gelişen teknoloji ve yeni dünya düzeni ile birlikte birçok yeni meslek ortaya çıktı. Hukuk Fakültesi okumak isteyenler öncelikle bu mesleğe uygun olup olmadıklarına karar vermeli, daha sonra ise yeni mezunlar ile iletişime geçerek mesleğin mevcut durumu ile ilgili bir kanıya varmalı ve bunu göze alarak fakülteye gelmeliler. Aksi takdirde emeklerinin karşılığını alamadıklarında, hayal ettikleri mercilere gelemediklerinde veya arzuladıkları saygınlığı göremediklerinde hayal kırıklığına uğrayabilirler.
TÜRKİYE’DE AVUKAT OLMANIN AVANTAJLARI VE DEZAVANTAJLARI SİZCE NELERDİR?
Avantajı, her şeyi bildiğimizin sanılması; dezavantajı ise gene her şeyi bildiğimizin sanılması. Her ne kadar mezun sayısı artsa da halen saygınlığını koruyan bir meslek. Öte yandan mesleki sorumluluğun yüksek olması avukatların psikolojisini olumsuz yönde etkileyebiliyor. Türkiye’de avukat olmanın zorlukları olsa da avantajlarının dezavantajlarından daha fazla olduğunu düşünüyorum.
İDEAL MÜVEKKİL-AVUKAT İLİŞKİSİ SİZCE NASIL OLMALIDIR?
Şeffaf, etkin ve mesafeli. Müvekkillerin beklentisini ve haklarını doğru tespit edip, hukuki sürecin riskleri ile maddi külfetine ilişkin gerçekçi bilgilendirme yapılarak iş ilişkisi kurulmalı. Her önemli gelişmede müvekkilin anlayacağı dilde kısa ve öz bilgilendirme yapılmalı. Öte yandan müvekkiller ile mesai saatleri dışında görüşmemeye özen gösterilmeli. Yaşı ve konumu ne olursa olsun hitap kurallarına dikkat edilmeli. Ben kendi profesyonel meslek hayatımda bu sınırlara dikkat ediyorum.
AVUKATLIK MESLEĞİ İLE İLGİLİ EN TEMEL SORUN SİZCE NEDİR? BU SORUNUN GİDERİLMESİ İÇİN YAPILMASI GEREKENLER NELERDİR?
Günümüz itibarıyla en temel sorun gelir kaygısı. Bunun önüne geçilmesi adına Avukatların katılımının zorunlu olacağı iş kalemleri geliştirilebilir. Örneğin tapuda ya da noterde yapılacak bazı işlemlerde avukatın zorunlu olması gibi. Bunun dışında özellikle yeni meslektaşlarımızın faydalandığı CMK tarifesindeki düşük ücretler AAÜT seviyesine artırılabilir. Uzlaştırma tarifesi artırılabilir. Zorunlu arabuluculuğun kapsamı daha da genişletilebilir. Bunlar gelir ile ilgili aklıma ilk gelenler. Haricinde, avukatların yetkileri daha da artırılarak , memura bağımlılıktan kaynaklanan gecikmelerin önüne geçilmesi de hem avukatlar hem de taraflar için faydalı olacaktır.
A R A B U L U C U L U K SİS T E Mİ H A K K I N D A Kİ O L U M L U / O L U M S U Z DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR? MEVCUT SİSTEMİ DOĞRU BULUYOR MUSUNUZ?
Mevcut sisteme olumlu bakıyorum. Mahkemelerin iş yükü ve davaların uzun yıllar sürdüğü de dikkate alındığında arabuluculuk oldukça etkili bir yöntem. Güçsüz tarafın haklarının suistimal edilmemesi adına arabuluculuk müzakerelerinden önce bir avukata danışılması daha sağlıklı olacaktır.
AVUKAT OLARAK KENDİNİZE ÖRNEK ALDIĞINIZ BİRİLERİ VAR MI?
Öğrenciyken vardı. Birçok avukatın ofisini ziyaret ettim, telefonlar ile iletişime geçtim. Tecrübeye her zaman saygım vardır. Meslek hayatıma geçtiğimde ise daima kendim ile yarıştım, başka avukatları örnek almaktan öte kendimi geliştirmeye ayırdım mesaimi.
ALDIĞINIZ EN İLGİNÇ DAVA NEYDİ?
Kedi tahliyesi davası, sitede kedilerden rahatsız olan birtakım şahıslar süreç başlatmak istemişti. Şu anki aklım olsa kedilerin vekili olurdum. İnsanları anlamak zor.
Kıymetli Meslektaşım Av. Sinem SAÇKAN’a bana bu fırsatı verdiği için teşekkür eder, başarılarının devamını dilerim. Sevgi ve Saygılarımla…
Katılımınız ve katkılarınız için teşekkür ederiz.
AVUKAT SELMAN KAYA İLE AVUKATLIK MESLEĞİ ÜZERİNE RÖPORTAJ
Ben Selman KAYA. 1994 yılı Şanlıurfa doğumluyum. Ocak - 2015
yılında Doğuş Üniversitesi Hukuk Fakültesine başladım Haziran - 2018 yılında
mezun oldum. Daha sonrasında ise Ocak - 2020 yılında avukatlık ruhsatımı aldım
ve halen serbest avukatlık yapmaktayım.
HUKUK FAKÜLTESİNİ OKUMAYA
NASIL KARAR VERDİNİZ?
Çok hatırlamamakla birlikte 10-11 yaşlarında iken annemle bir
konuşmamı aktarmak istiyorum. Bir gün annemin yanına giderek "anne, bana hep
doktor ol diyorlar ama ben doktor olmak istemiyorum savcı olmak istiyorum" dedim. O günden sonra hukuk fakültesini okumayı hayal ettim ve sonunda
hayallerimden birine kavuştum.
HUKUK FAKÜLTESİNİ OKUMAK
İSTEYENLERE TAVSİYENİZ NELERDİR?
Hukuk fakültesinde okumak isteyenlere en büyük tavsiyem
fakültede okurken bile bir hukuk bürosunda çalışmaları olacaktır. Çünkü
çalışmak en büyük erdemdir. Okudukları konuların ve olayların pratiğini
yaptıktan sonra hukuk sistemini daha iyi kavrayabileceklerdir.
TÜRKİYE’DE AVUKAT OLMANIN
AVANTAJLARI VE DEZAVANTAJLARI SİZCE NELERDİR?
Ben açıkçası küçüklüğümden beri Savcı olmanın hayalini
kuruyordum. Mezun olduktan sonra bu fikrim değişti. Çünkü avukatlığın o
aksiyonu o heyecanını savcılık mesleğinde göremedim. Benim için avukatlık
heyecandır. Her koşulda çözüm üretebilmektedir. İşte bence avukatlığın en büyük
avantajı aksiyonudur. Çünkü kendini hukukun her alanında geliştirme şansın her
zaman devam etmektedir. Avukatlık mesleğinin dezavantajı olarak ancak şunu
söyleyebilirim ki gecemizin gündüzümüzün olmamasıdır.
İDEAL MÜVEKKİL-AVUKAT İLİŞKİSİ
SİZCE NASIL OLMALIDIR?
Her insan farklıdır. Bu nedenle her insan için ideal ilişki kıstasları değişmektedir. Fakat ne olursa olsun samimi olmak gerekmektedir. Müvekkili yanıltmamak olanı olduğu gibi söylemek gerekmektedir.
AVUKATLIK MESLEĞİ İLE İLGİLİ
EN TEMEL SORUN SİZCE NEDİR? BU SORUNUN GİDERİLMESİ İÇİN YAPILMASI GEREKENLER
NELERDİR?
Mesleğimizin en büyük sorunu bana göre protokoldeki yerimizin
belli olmamasıdır. Bu sorunun çözülmesi gerekmektedir. Bu nedenle avukatlık
mesleği için yeni kanuni düzenlemeler yapılması gerektiğini düşünüyorum.
ARABULUCULUK SİSTEMİ
HAKKINDAKİ OLUMLU/OLUMSUZ DÜŞÜNCELERİNİZ NELERDİR? MEVCUT SİSTEMİ DOĞRU BULUYOR
MUSUNUZ?
Arabuluculuk sistemine kesinlikle olumlu bakıyorum. Fakat
arabuluculuk sistemi maalesef süre uzatmak için kullanılmaktadır. Bu nedenle
yeterince verimli kullanmamaktayız. Bu süre uzatma kültürünün değişmesi ile
mahkemelerdeki iş yükü azaltacaktır. Bu kültürü de ancak biz avukatlar
değiştirebiliriz.
AVUKAT OLARAK KENDİNİZE ÖRNEK
ALDIĞINIZ BİRİLERİ VAR MI?
Yanında stajımı yaptığım, bana avukatlığı sevdiren, üstadım
Avukat Ufuk Uzunoğlu’dur. Yukarıda söylemiştim benim çocukluk hayalim savcı
olmaktı. Fakat Ufuk Beyin yanında çalışmaya başladıktan sonra avukat olarak
devam etme kararı aldım.
Katılımınız ve katkılarınızdan dolayı teşekkür ederiz.


